MEMLEKETTEN HABER VAR -74- Behçet FAKİHOĞLUErzurum'da nereye baksanız Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin örneklerini görmek mümkün. Çifte Minareli Medrese, Üç Kümbetler, Ahmediye Medresesi, Lala Paşa Camii, Taşhan, çeşmeler, türbeler, köprüler, kaleler...
Türkiye'nin en yüksek rakımlı Şehri Erzurum, dağlarla çevrili. Şehir, ovanın Palandöken eteklerine yakın kısmında kurulmuş. Yaz mevsiminin en sıcak günleri olmasına rağmen, hava serin; akşamları ceketsiz duramıyoruz, insanı ferahlatan, zindelik veren bir havası var...
Stratejik konumu, Erzurum'u tarih boyunca önemli bir yerleşim yeri yapmış. Şehirde birçok medeniyetin izi bulunmakta, adeta bir açık hava müzesi. Yollar, sokaklar temiz, bakımlı. Bir medeniyet merkezi olduğu her haliyle anlaşılıyor.
Şehirde Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin şaheserleri bulunmakta.





DOĞA HARİKASI TORTUM ŞELALESİ
Erzurum'da görülmesi gereken Tortum Şelalesi, Tortum Gölü'nün son kısmında bulunmakta. Tortum Çayı'nın 48 metre yüksekten düşmesiyle meydana gelen çağlayan, vadideki bir dağın heyelan sonucu çayın önünü kapatmasıyla oluşmuştur. Oluşumu açısından dünyanın ikincisi, yüksekliği açısından dünyanın üçüncü çağlayanı kimliğine sahiptir.
ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE
Erzurum'un sembolü haline gelen Çifte Minareli Medrese'ye gidiyoruz. 13'üncü yüzyılın sonlarında İlhanlılar tarafından yaptırılmış, Anadolu Selçuklu Mimari geleneğine uygun açık avlulu, iki katlı ve iki minareli olan bu eğitim kurumu, Anadolu'nun en büyük medresesidir. İnci gibi işlenmiş çifte minare, kapı ve diğer süslemeler anlatılır gibi değil.
Hemen yanıbaşında, Saltuklular döneminde yapılmış Erzurum'un en eski camisi, Ulucami. Karşıda Erzurum Kalesi. Şehre hakim bir tepe üzerinde kurulu bulunan Erzurum Kalesinin surlarındaki Saat Kulesi her taraftan rahatlıkla görülebilmekte.
Biraz ötede Üç Kümbetler; tamamıyla kesme taştan yapılmış olan kümbetlerin 13'üncü yüzyıl sonu ve 14'üncü yüzyıl başına ait oldukları kabul edilmekte.
Üç kümbetler, Türklere ait diğer kümbetlere nazaran değişik planları, kullanılan malzeme ve süslemeleri açısından ayrı bir yer tutar.
Yakutiye Medresesi'ne yöneliyoruz. İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında Gazan Han ve Bolugan Hatun adına, Hoca Cemaleddin Yakut tarafından MS 1310 yılında inşa edilmiş, bu dönemden günümüze kalan nadir eserlerden biri. Anadolu'daki kapalı avlulu medreselerin en büyüğü. Plan düzeni dengeli mimarisi ve iri motifli süslemeleri ile Erzurum'un en göşterişli yapılarından biri.
Tarihi eserlerin hepsini anlatmak ne mümkün. Ahmediye Medresesi, Lala Paşa Camisi, Taşhan, diğer camiler, çeşmeler, türbeler, köprüler, kaleler... Dedim ya, tam bir açıkhava müzesi.
Bu tarihi şehirde gezerken, Osman Hattatoğlu durduruyor, Ayazpaşa Camiinin minaresini gösteriyor, "Ruslar tabyaları işgal ettikleri zaman işte bu minarede Osman Bedrettin Hazretleri sabah ezanı okuyor, etkileyici bir şekilde halkı direnmeye çağırıyor ve 7'den 70'e bütün Erzurumlular bu mübarek zatın sözünü tutuyor, Ruslar püskürtülüyor..."
Camiye, minareye bir daha bakıyor, o mübarek zatı ve insanların sel gibi tabyalara aktığını hayal ediyorum... Erzurum ve Dadaşlar gönüllerimizde boşuna taht kurmamış...
Erzurum'un 2.5 kilometre güneydoğusunda, Palandöken dağının eteğinde bulunan Abdurrahman Gazi Türbesine gidiyoruz. Peygamber efendimizin sancaktarı olduğu söylenen bu mübarek zatın türbesi her zamanki gibi dolup, taşmıştı. Erzurum'a hakim olan burada tarihi bir cami de yapılmış.
Destanlara mekan olmuş Erzurum Tabyalarına gidiyoruz. Baskın ve istilalardan şehri korumak amacıyla, şehrin çevresinde, görüş açısı yüksek tepelere inşa edilmiş 22 stratejik yapı. İçlerinde karargah binaları, askeri barınaklar, eğitim sahaları, yemekhaneler, sarnıçlar, pusu odaları yer alan bu tabyalar; bazen tek, bazen de birkaç büyük yapının birleşiminden meydana gelir.
Tamamı kesme taşlardan yapılmış tabyaların en önemlileri, şehrin hemen doğusunda bulunan Mecidiye ve Aziziye Tabyalarıdır.
Aziziye Tabyası'nın girişinde Aziziye Anıtı ve iki tarafta bulunan toplar, bizi o günlere götürüyor. Az ötede de Nene Hatun Türbesi... 93 Harbi olarak anılan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, bu tabyaların savunmasında diğer Dadaşlar gibi kahramanca çarpışmış. 20 yaşında genç bir gelin iken, küçük yaştaki oğlunu ve kızını "Sizi bana Allah verdi, ben de O'na emanet ediyorum" diyerek evde bırakıp savaşa giden kahraman hatun... Mezarı anlamlı bir yerde, savaştığı mekanda.
Tabyanın birimlerini geziyor, hakim yerinden Erzurum'a bakıyorum. Bütün Erzurumluların tabyaları kurtarmak için geldikleri günü hayal ediyorum...
Az ötede bulunan Mecidiye Tabyası'na gidiyor, kesme taşlardan yapılmış binanın azametinden çok etkileniyorum. Bu tabyalar halka açık. Herkes gidip gezmeli, görmeli. Bu topraklar uğruna ne bedeller ödendiği iyi anlaşılmalı...
KAYAK MERKEZİ: PALANDÖKEN
Türkiye'nin en önemli kayak merkezlerinden birine, 4 kilometre güneye, Palandöken Dağları eteklerine gidiyoruz. Palandöken Kayak Merkezi'ndeki pistler, dünyanın en uzun ve dik kayak pistleri arasında yer almaktadır. Pistlerin toplam uzunluğu 28 kilometredir. Palandöken Dağı'nda 5 ve 4 yıldızlı konaklama tesisleri, kayakevi, günübirlik tesisler ve restoranlar bulunmakta. 35.000 kişinin kayak yapabileceği bu pistler, uluslararası yarışmalar ve kış olimpiyatlarının düzenlenebileceği bir kapasiteye sahiptir.
Erzurum'un güzellikleri elbette bunlarla sınırlı değil. Yaylaları, dağları ve Çoruh Vadisi'yle olağanüstü güzellikler sunan bu özel vatan parçası mutlaka görülmeli...
Kemal Bey, cağ kebabını kendisinin geliştirdiğini söylüyor. ERZURUM DENİLİNCE Cağ Kebabı
Zengin bir mutfağı bulunan Erzurum'un en dikkat çekici yemeği "Cağ Kebap" olsa gerek. Bu lezzetin sırrını öğrenmek için Koç Cağ Kebap Salonu'na gidiyor, Cağ Kebabı'nı kendisinin geliştirip yaydığını söyleyen Kemal Koç'la görüşüyoruz.
Duvarlar buraya gelmiş meşhurların fotoğraflarıyla dolu. Kemal Koç'un yazdığı dörtlükler de çeşitli yerlere asılmış. Her bakımdan ilginç bir mekan...
Kemal Koç'un söylediğine göre, eskiden köylerde, kırlarda, yollarda yenen bir et yemeği olan cağ kebabına "bico" derlermiş. 1982 yılında Sönmez Palas otelinin altındaki kömürlükte 20 metrekarelik bir yerde bu kebabı yapmış, hem kendileri hem de millet yemiş, rağbet artmış. Tabelaya da "Meşhur Tortum Kebabı Cağlı" yazmış. Müşteriler Cağ Kebap deyince de tabelayı bu şekilde değiştirmiş. Kemal Koç'un başlattığı Cağ Kebabı yapan, Erzurum'da 30, İstanbul'da 200, Ankara'da 50-60 iş yeri ve başka illerde birçok lokanta bulunduğu söyleniyor.
Sadece koyun, kuzu etinden yapılır. Boyun, kol eti hariç, diğer kısımlardan yapılır. Et kemikten sıyrılır, sinirler alınır, açılır, salamuraya yatırılır (tuz, soğan, biber karışımı), akşamdan sabaha kadar dinlenmeye bırakılır, sonra şişlere dizilir. Kömür haline gelmiş, isi olmayan meşe ateşinde pişirilir. Salata ile servise verilir. Rekor 28 şiş ile İzzet Yıldızhan'da imiş. Rizeli bir vatandaş gelip 30 şişle rekoru kırmış. Şimdi 31 şiş yiyerek rekoru kıracak biri çıkarsa, ondan para alınmayacak...
Kadayıf Dolması
Erzurum'un meşhur olmuş tatlısı, Kadayıf Dolması'nı öğrenmek için Muammer Usta'ya (Tanhaş) gidiyoruz. Muammer Usta'nın anlattığına göre, bu lezzet çok eskilere dayanırmış, sultanların sofrasında bulunurmuş; Ramazanlarda ise zengin fakir herkesin iftar sofrasını süslermiş. Tel kadayıfın içine ceviz konup, dolma gibi sarıldığı için "Kadayıf Dolması" deniyor.
Tel kadayıf elle açılır, içine ceviz konur, yaprak sarar gibi sarılır. Sonra da çırpılmış yumurtaya bulanıp, ayçiçek yağında kızartılır. Sıcak kadayıf dolmaları, soğuk şerbetin içine atılıp, 5 dakika bekletilir, sonra da servise konur.
İnternet ve diğer iletişim araçlarıyla, Türkiye'nin her tarafından siparişler alınabiliyor. Kadayıf dolmaları vakumlanıp paketleniyor, her tarafa kargo ile gönderilebiliyor.
Bu lezzetin patentini de almış, Muammer Usta. 10 yıl öncesine kadar sadece Ramazan aylarında yapılırmış, ama yapılan tanıtım sayesinde şimdi devamlı bulunabiliyor, tüketiliyor...
Oltu Taşı
Çok köklü bir kültürü olan Erzurum'da el sanatları da çeşitlilik gösterir. Ama gösterilen rağbet eksilmeyen, ünü ülke sınırlarını aşmış Oltu taşı ve bunun işlenmesine değinmemek olmaz. 500 yıllık tarihi bulunan Taşhan'a gidiyoruz. Bu meşhur tarihi han Oltu Taşı işi ile iştigal edenlere tahsis edilmiş. En tecrübeli ustalardan Fatih Birbaş'ı bulup konuşuyoruz. Oltu Taşı işlemeciliği Fatih Usta'nın baba mesleği, 45 yıldır bu işi yapıyor. Oltu'da çıktığı için bu taşlara Oltu Taşı deniyor. Köylüler kendi imkanları ile çıkarıp, getirip satıyorlarmış. Getirilen siyah renkli taş, modele göre kırılıyor. Bıçak ve eğe ile maharetli ellerde işleniyor. Takı, tesbih, pipo, ağızlık gibi ihtiyaç ve talebe göre altın ve gümüşle işleniyor.
Kalitesi değişen bu taşın vücuttaki elektriklenmeyi aldığı, strese iyi geldiği söyleniyor.