Osmanlı'nın temellerinin atıldığı Eskişehir; Battal Gazi, Yunus Emre ve Nasreddin Hoca'nın mekânı... Geçiş noktasında yer alan şehir tabiat güzellikleriyle de turizm için büyük potansiyel taşıyor
"Eskişehir nam kasabada; âşıkların gözyaşının sıcaklığının bir örneği olan ve ateşsiz olarak Cehabı Hak tarafından ısıtılan hamamda, yolun pislikleri, tozu, toprağı temizlendi, vücutların yorgunluğu atıldı. O kevser gibi tatlı suda, nilüfer gibi hayat bularak, ertesi gün Seyitgazi'ye doğru yola çıkıldı" diyor Şair Nabi 1679'da, Tuhfetü'l Haremeyn adlı kitabında...
Eskişehir'in kaplıca suyu ile ısınan hamamları hâlâ meşhur. İnsanlar bunlarda şifa bulmak için gelmekte. Hatta bir zamanlar bu kaplıca suyu soğutularak içilirmiş. Eskişehir'in ilk Belediye Başkanı Kara Kamil, "Kalabak Suyu"nu getirmiş. Muzip biri, Başkan'ın cebindeki konuşma metnini alır, Başkan da açılış konuşmasını kağıtsız yaparken zorlanır; "Ey ahali, ne ettik ettik, 'Kalabak Suyu'nu gettik" der, yardımcısına da "Değil mi len gırık" demiş...
PİLOTA KIZ VERİLİR Mİ?
Eskişehir'de tren sesi, makas sesi, uçak sesi herkes için sıradan. İnsanlar bu seslerle büyümüş. 50'li, 60'lı yıllarda ABD kullanmadığı uçakları Türkiye'ye vermiş. Bunların bir kısmı düşüyor, pilotlarımız şehit oluyor. Eskişehirliler de o zamanlar pilotlara pek kız vermezmiş. Bir genç pilotla Eskişehirli kız, birbirlerini sevmiş. Kız annesi de, "Versen uçcek, düşcek; vermezsen kaçcek. Ne etcen, vercen..." demiş...
Eskişehir sadece sanayide değil, başka bakımlardan da ilklerin şehri. Selçuklu Sultanı 3. Alaattin Keykubat, Karacahisar'ı fethetmiş olan Osman Bey'e sancak, davul ve tuğ göndererek beyliğini tanımış oldu. Osmanlı Saltanatı'nın kuruluş yeri burası. Osman Bey adına, Karacaşehir Camisi'nde Dursun Fakih tarafından okunan ilk hutbe, Osmanlı Devleti'nin başlangıcı olarak kabul edilir. Sultanönü ilk sancak, Sıcaksular mevkiinde kurulmakta olan pazaryerinden alınan "baç"lar ilk vergi, Osman Bey adına basılan sikkeler de Osmanlı Devleti'nin ilk paraları oldu.
OSMANLI'NIN KIZ TARAFI
Merkeze bağlı Uludere Köyü'ne gidiyoruz. Girişte Sultan Alpaslan'ın 7 komutanının türbesi bulunmakta. Köyün içlerinde Şeyh Edebali Hazretleri'nin hocası Şeyh Süleyman Hazretlerinin türbesi bulunmakta. Ama ne yazık ki bakımsız, mezarlar belirsiz, mezar taşları dağınık ve kırık... Aynı zamanda Şeyh Edebali'nin, "Osmanlı'nın büyük bir imparatorluk olacağı" rüyasını da bu köyde gördüğü söylenmekte. Şeyh Edebali Hazretleri burada 19 yıl kalıp, Osmanlı Devleti'nin planlarını yapmış. Ayrıca Osman Bey'in eşi Malhun Hatun, buradan Osman Bey'e gelin gitmiş. Uludere Köy'ü, bir nevi Osmanlı'nın kız tarafı...
Eskişehir Merkez'e 42 kilometre uzaklıkta bulunan Seyitgazi ilçesine gidiyor, ilçeye hakim Üçler Tepesi'nde bulunan Seyyid Battal Gazi Türbe ve Külliyesi'ni geziyoruz. Anadolu'nun fethinde büyük kahramanlıklar gösteren bu efsane mücahit için yapılan türbe ve cami, yüzyıllar sonra Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat'ın annesi Ümmihan Hatun tarafından yapılmış. Medrese, aşhane, başka türbeler de bulunan külliye muhteşem bir eser. Külliye'nin bahçesinden bu şirin ilçeyi ve tarihî eserleri seyre dalıyoruz...
SAKARYA NEHRİ DOĞUYOR
Sonra ver elini Çifteler... İlçe girişinde "Sakarya Nehri'nin ilk doğduğu ilçe" tabelası dikkatimizi çekiyor. Düz bir ovada kurulmuş Çifteler ilçesinde biraz geziyor, sonra 3 kilometre mesafede bulunan tabiat harikası 'Sakarbaşı'na, Sakarya Nehri'nin doğduğu yere gidiyoruz. Bahçesaray'da Müküs Çayı'nın kuru bir dağın ortasında bulunan bir mağaradan çıktığını görmüştüm. Şimdi aynı büyüklükteki bir nehir, düz ovanın ortasında bulunan küçücük bir gölde kaynıyor, Anadolu'ya hayat vererek, Karadeniz'e dökülüyor. "Hikmetinden sual olunmaz" diyerek, hayranlıkla seyrediyoruz... Sivrihisar istikametine doğru tekrar yola koyuluyoruz. Mahmudiye girişinde büyük at haraları dikkatimizi çekiyor. Buralar eskiden vakfiye imiş, Abdülhamit Han zamanında da devlet için bu haralarda at yetiştiriliyormuş... Sonra Hamidiye ve Sivrihisar...
NASREDDİN HOCA...
Ankara istikametine doğru devam ediyoruz, Sivrihisar'dan 19 kilometre sonra, yolun sağında eşeğe ters binmiş Nasrettin Hoca heykelini görüyoruz. 4 kilometre sonra da hocanın doğduğu köy... Hortu Köyü, Nasrettin Hoca Beldesi olmuş. Kahvesi, kasabı, odası hep Nasrettin Hoca. Şirin bir Anadolu köyü... Hocanın evi olduğu söylenen binaya gidiyoruz. Orada da bir heykel, etrafta tanıtıcı afişler.
Nasrettin Hoca beldesine doyamadan, Mihalıççık Sarıköy'e (Yunus Emre beldesi) doğru yola düşüyoruz. Girişte o meşhur dörtlük, "Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz..." Hak aşığı, gönül Sultanı Bizim Yunus'un ilk mezar yerine, sonra da taşınan iki mezarına gidiyoruz. Demiryolu geçerken eski mezardan naaş taşınmış, mis kokuları yayılmış, tren oradan geçirilememiş. Eski mezar yeri de duruyor. Cami ve diğer birimlerin de bulunduğu Yunus Emre Külliye'si 1970'te yapılmış.
Egzotik ve gizemli görünüşleri ile Dağlık Frigya Vadileri; Yazılıkaya, Yapıldak, Kümbet, Asmainler, Zahran ve Porsuk vadilerinden de bahsetmek gerek. Altın Kral Midas'ı, Kibeleyi ve diğer tarihî değerleri unutmak da olmaz...
Odunpazarı marka olacak
Eskişehir'in tarihî yeri Odunpazarı, yeniden canlanıyor. Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı, Eskişehir'in tarihini hatırlatıyor, Karacahisar ve Osman Gazi'den söz ediyor; buranın bir garnizon şehir olarak kurulduğunu, sıfırdan Türk şehri olarak oluşturulduğunu belirtiyor; şehir isminin "Sultanönü, Odunpazarı ve Eskişehir" olarak dönüşümlerini anlatıyor. Şehir; tarihî ve kültürel dokusu korunarak, aslına uygun şekilde imar ediliyor. 200 tescilli bina, 16 anıt eser, 5 türbe, 20 çeşme ve konutlar... 1 Nisan 2010 tarihi itibariyle, 25 sokakta 240 evin, 15 çeşmenin restorasyonu bitmiş olacak. Bütün bu işler için belediye bütçesi kullanılmıyor. Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Tanıtma Fonu, İl Özel İdaresi ve sponsorların katkılarıyla bu işler yapılıyor. Kurşunlu Camii ve külliyesi de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ediliyor. Bu külliyede Okuma Odası, Lületaşı Müzesi, Eskişehir Sanatları Çarşısı, Kültür Merkezi, Geleneksel Ev Yemekleri Lokantası ve Nikah Salonu bulunmakta. Çöküntü halinde olan tarihî bölgeyi yeniden canlandırdıklarını söylüyor Başkan Sakallı, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel duruma da büyük katkı yaptıklarını belirtiyor. Butik oteller, 50'den fazla iş yeri açılmış. 3 yıl önce 50 bin liraya satılamayan mülkler 500 bin liraya çıkmış, vatandaşın malı 10 kat değerlenmiş... Birkaç yıl önce birkaç bin turistin ziyaret ettiği tarihî Odunpazarı'na, 2009'da 400 binin üzerinde yerli ve yabancı turist gelmiş; 2010 için 1 milyon turist hedefleniyor. Burada turizmin en iyi örneğini verdiklerini, bir Türkiye markası, dünya markası oluşturduklarını belirtiyor Başkan Sakallı; Japonya, Tayvan, Çin ve diğer ülkelerde tanıtım atağına geçeceklerini söylüyor... Daha önce terk edilmiş, esrarkeşlerin mekanı olmuş, sıradan vatandaşın giremediği sokaklar ve evler pırıl pırıl olmuş. Evlerde oturanlar işletme sahibi yapılmış, terk edilen yerlere insanlar yeniden dönmüş. Vatandaşa göstererek eğitim verilmiş, mesela otobüslere doldurularak Safranbolu, Beypazarı gezdirilmiş, Odunpazarı'nı daha güzel hale getirmenin mümkün olduğuna vatandaş inandırılmış...
Beyaz altın Lületaşı
Eskişehir, Lületaşıyla âdeta özdeşleşmiş. Odunpazarı'nda harap haldeki bir tarihî han belediye tarafından restore edilmiş, Lületaşı esnafına tahsis edilmiş. Burada 'Bağlan Lületaşı'na gidiyor, Ramazan Bağlan ile İsmail Ayan'dan bu değerli taşın inceliklerini öğrenmeye çalışıyoruz. Ramazan Usta 47 yıldır bu işi yapıyor, 50. meslek yılında da yetkililerden plaket bekliyor. Ramazan Usta'nın anlattığına göre, 1800'lü yıllarda Almanlar bu değerli taşı çıkarıp, direkt Viyana'ya götürür, orada işlerlermiş. Zaten o zamanlar Viyana Taşı olarak biliniyormuş... 50'li yıllarda Ali Osman Denizköpüğü, Viyana'ya gönderilir, bu mesleği öğrenmesi sağlanır. Ali Osman Usta dönüşünde çıraklar yetiştirir, bu meslek yaygınlaşır, sonra da Lületaşı'nın ham şekilde ihraç edilmesi yasaklanır... Lületaşı köylüler tarafından çıkarılır, ustalar da gider köylüden alır, işler. Emiciliği, hafif olması, çatlamaması bu malzemeyi değerli kılıyor. Bu taşlar önce kabuğundan temizlenir, sonra da taşın şekline uygun imalat başlar. Osmanlı figürü, pipo, biblo, tespihler... Revaçta olan her şey yapılabilir, boyanabilir. İmal edilen ürünler Türkiye'nin her tarafında satılıyor, ihraç ediliyor... Şu anda bu işi yapan 50-60 imalatçı varmış. Bu mesleğin sanat okullarında da okutulması isteniyor.
YÖRESEL LEZZETLER Çiğ Börek
Eskişehir'e gidilir de Çiğ Börek yenmez mi? Bu börek Kırım Tatarlarının getirdiği bir lezzet. 'Papağan Çiğbörek'e gidiyoruz. Islak mendil üzerindeki şu "çiğ börek destanı" dikkatimi çekiyor: "Ataydan kalgan aşlar etli maytı kamuraş/ Kobetemen katlama laşka cantık tataraş/ Şıborekmen kım osse hastalık neken bilmez/ Balaban bir doktor aytkan tansiyonlu bir katka/ Başın avursa ya da kelse ağır bir sancı/ Dakkasında keser, şırbörektir ilacı." Önce böreğin içi hazırlanır, domates ve soğan rendelenir, kıyma, tuz, maydanoz ve biraz su eklenir, karıştırılır. Yoğurma kabına un konur, tuz eklenir, katı bir hamur olacak kadar su katılır, hamur yarım saat dinlendirildikten sonra, 1.5 ceviz büyüklüğünde parçalar alınır, unlu zeminde merdane ile çay tabağından biraz büyük açılır, hamurun yarısına hazırlanan içten konur, yarım ay şeklinde kapatılır. Fazla unu silkelenir, kızgın yağda kızartılır...