TURİZME KAZANDIRILAN DEĞERLER
Hazreti Süleyman Camisi'nin içi, dışı ve sokağı sürekli ziyaretçi akınına uğruyor ve kentin adeta bir buluşma noktası haline gelmiş durumda... Hasanpaşa iş hanı da restore edilmiş, düzenlenmiş, mağazalar ve kafelere dönüştürülmüş, bütün ihtişamı ve güzelliğiyle turizmimizin hizmetine sunulmuş.
İlklerin şehri Diyarbakır'daki Ulu Cami, Anadolu'daki ilk cami; İç Kale, 5 bin yıldan bu yana Anadolu'nun en önemli yönetim merkezlerinden biri. İlk robot, 9 yüzyıl önce Diyarbakır'daki Artuklu sarayında yapılmış. Kabe-i Şerif'in ilk ipek örtüsünün Diyarbakır'daki Hasanpaşa Hanı'nda işlendiği söyleniyor. En önemlisi de; Diyarbakır'da yaşamış 541 sahabeden 27'sinin kabr-i şerifi burada. Ayrıca 9 peygamber kabri şerifinin, 3 peygamber makamının da bu şehirde olduğu söyleniyor. Hazreti Ömer Efendimiz zamanında fethedilen Diyarbakır'da, fetih sırasında Halid Bin Velid Hazretlerinin oğlu Hazreti Süleyman ve 36 Sahabi şehit olmuş, bu zatlar Hazreti Süleyman Camisi'nde medfun bulunmaktalar.
5 KİLOMETRELİK SURLAR
Cuma günü Hazreti Süleyman Camisi'ne gittik, caminin içi gibi dışı ve sokağı da hıncahınç doluydu. Diğer günlerde de bu türbe, ziyaretçi akınına uğramakta. Bir zamanların idare merkezi olan Kaleiçi, Turizm Bakanlığı'na devredilmiş, restore ediliyor, turizmin hizmetine sunulacak. Çin Seddi'nden sonra dünyadaki en büyük örneklerinden olan Diyarbakır surlarına çıktık. Burçların en büyüğü ve en eskisi olan Keçi Burcu'ndan Diyarbakır'ı, Hevsel Bahçelerini, Dicle'yi seyre daldık. Roma döneminde yapıldığı söylenen surlara, sonradan gelen devletler de ilaveler yapmış. Uzunluğu 5 kilometre, duvar yüksekliği 12 metre, genişliği 3-4 metre olan kalenin 4 ana kapısı ve 82 burcu bulunmakta. Burçların her biri o devirden kalma önemli tarihi eserlerdir. Surların üzerinde 12 medeniyete ait kitabeler, motifler bulunmakta.
MUAZZAM BİR MEDENİYET
Anadolu'daki ilk cami olduğu söylenen Ulucami'de, çeşitli İslam hükümdarlarına ait kitabeler bulunurken, motifleri birbirinden farklı olan cami sütunlarının her birinin, Anadolu'nun başka yerlerinden getirildiği söyleniyor. Cami ve müştemilatı, bir zamanlar bu şehirde ne muazzam bir medeniyetin bulunduğunu gözler önüne seriyor. 4 ayak üzerine inşa edilmiş mimarlık harikası minare, yüzyıllardır sağlam kalabilmiş, nadide bir mücevher gibi şehri süslüyor. Hasanpaşa iş hanı restore edilmiş, düzenlenmiş, mağazalar ve kafelere dönüştürülmüş, bütün ihtişamı ve güzelliğiyle turizmimizin hizmetine sunulmuş. Diğer tarihî camileri, medreseleri, hanları, kervansarayları, köprüleri, çeşmeleri, mağaraları ve tarihî harabeleriyle her tarafı tarih kokan Diyarbakır'da bütün medeniyetlerin izleri bulunmakta.
Dicle kıyısına, tarihî 10 Gözlü Köprü'nün yanına gidiyoruz. Arkeolog Nurettin Nakışçı buranın eski halini anlatıyor. 10 Gözlü Köprü, Dicle üzerine kurulmuş, eskiden Mardin, Şırnak, Siirt yolu bu köprüden geçiyormuş. Dicle'nin suyu eskiden çok fazlaymış, köprünün önünde anafor oluşur, boğulma korkusuyla orada kolay yüzülmezmiş. Bu mıntıkada eskiden köşkler varmış, Diyarbakır'ın varlıklı aileleri yaz sıcağında bu köşklere gelirmiş. Orta halliler bağ evlerinde, yoksullar da Dicle kıyısında, sazlardan yapılmış küçük kulübelerde serinlik ararmış.
DİCLE'NİN HİKAYELERİ
"Kırklar Dağı" diye hemen karşımızı işaret ediyor Nurettin Bey; belli ki dümdüz olan bu coğrafyada, o tepecik dağ olarak biliniyor. İşte o dağın arkasında 'ziyaret' varmış, ilk robotu bulan Ebu İz de, Endülüs'ten gelip o köye yerleşmiş. Nurettin Bey tam orada, sonradan Suzan-Suzi türküsüne konu olmuş hazin hikayeyi anlatıyor: Çocuğu olmayan hristiyan bir kadın ziyarete gidiyor, çocuğu olursa adak adayacağını, buraya her sene geleceğini söylüyor. Bir kızı oluyor, Suzi ismi konuyor. Bir ziyaret zamanında kadın hastalanıyor, yerine kızını ve hizmetçisini gönderiyor. Kızı Suzi orada bir Müslüman gence tutuluyor. Sonra ikisinin aklı başlarından gidiyor, Müslüman genç dağlara vuruyor kendini, Suzi de gelip 10 Gözlü Köprü'den kendini Dicle'nin sularına bırakıyor. Yüreği yanık anası da geliyor, o bilinen sözleri söylüyor, "Kırklardağı'nın yüzü/Karanlık sardı düzü/Ben öleydim Suzan Suzi/Ziyaret çarptı bizi; Köprüaltı kapkara/Anne gel beni ara/Saçlarım kumlara batmış/Tarak getir de tara; Köprünün orta gözü/Sular apardı düzü/Ben öleydim (Suzan Suzi) Dicle ayırdı bizi..."
ÇIRA GİBİ KARPUZ KABUĞU
Nurettin Bey hem anlatıyor, hem de olayın geçtiği yerleri eliyle işaret ediyor, duygulanıyoruz... Dicle'nin hikayeleri bitmez, yine anlatmaya başlıyor Nurettin Bey: Dicle kıyısında yaşayan yoksul Diyarbakırlılar, karpuzu yedikten sonra kabuğuna bir miktar kül koyar, üstüne gaz yağı döktükten sonra yakar ve suların üstüne bırakırmış. Karanlıkta çıra gibi görünen bu manzaradan "Çayda Çıra" diye bildiğimiz türkü sözleri söylenmiş... Nurettin Bey'de hikaye çok, "Saray yolu düz gider" ve başkaları... O kadar şair, edip, bilim adamı yetiştirmiş Diyarbakır'ın her taşının, köşesinin bir hikayesi var...
Celil Usta, "Seri yapılırsa bir usta 8-9 günde 10 bilezik yapabiliyor" diyor. Çok tercih edilen bir takı; HASIR BİLEZİK
Diyarbakır'da yaşamış medeniyetlerin birikimleri, bu şehre renk katıyor. Bunlardan biri de sadece Diyarbakır'a mahsus Hasır bilezik. Bu el sanatını en iyi bildiği söylenen Celil Şengül'e gidiyoruz. Celil Usta, Kuyumcular Çarşısındaki dükkanında güleryüzle karşılıyor bizi, çay ısmarlıyor ve başlıyor anlatmaya. Celil Usta bu mesleği dedesinden öğrenmiş, babasıyla devam etmiş, şimdi de yeğenine öğretmiş. '4 nesil kuyumcuyuz' diyor. İnsan var oldukça sanat bitmez, dürüst çalışan da bu işten para kazanır diyor. Hele şimdi bu alana bir dönüş bile varmış. "Diyarbakır'da hasır bilezik yapan 7-8 atölye var, biri hariç bütün ustaları ben yetiştirdim ve bütün bildiklerimi öğrettim. Bu sanatın yaşaması için çalışıyorum" diyor Celil Usta. Hasır bilezik hem dayanıklı olduğu için uzun süre kullanılan, hem de iyi bir tasarruf aracı olarak tercih edilen bir takı. O yüzden rağbet çok diyor. Altın, tel haline getiriliyor, malakalara sarılıyor, tek tek kesiliyor. Kaynak yapılıp, verilen ölçüye göre işleniyor. Sonra örsün üzerinde çekiçle eziliyor, sıklaşması için. Dövme işi bitince anahtar ve marka yapılıyor. Açık vaziyette sağlı-sollu kaynatılıyor, yuvarlatılıyor, düzeltiliyor. Sonra cilalanıp el kalemiyle nakış işi yapılıyor. Diyarbakır, komşu iller ve başka yerlere göç etmiş bölge insanları hasır bilezikten vazgeçmiyor, her taraftan talepler geliyor...