Mazisini arayan şehir Gaziantep

A -
A +
Mazisini arayan şehir Gaziantep ­Ta­ri­hî Tah­mis kah­ve­sin­de o­tu­rak­lı kah­ve­ler pi­şi­ri­li­yor, par­la­tıl­mış nar­gi­le­ler tir­ya­ki bek­li­yor. Muha­bir­lik iş­te, biz kep­çe­yiz, Ana­do­lu ka­zan... Bu­na rağ­men ba­zı yer­le­ri ta­nı­mak­ta zor­la­nı­yo­ruz za­man za­man. Hız­lı de­ği­şim ya­şa­yan­lar­dan bi­ri de Ga­zi­an­tep... Ha­yır, ha­yır... Şeh­rin ışık­lı bul­var­la­rın­dan, kat­lı kav­şak­la­rın­dan bah­set­mi­yo­rum, be­ni da­ha zi­ya­de işin kül­tür ta­ra­fı ala­ka­dar edi­yor. An­tep'i da­ha ev­vel de gez­miş­tim ama ca­mi av­lu­la­rı­nı say­maz­sak pek bir şe­ye rast­la­ya­ma­mış­tım ta­rih adı­na... Hal­bu­ki bel­de­nin ma­zi­si 75 asır ön­ce­si­ne uza­nı­yor... Uz­man­lar Kal­ko­li­tik dev­rin­den, Tunç ça­ğın­dan söz açı­yor, Hi­tit, Pers, Kom­ma­ge­ne, Ro­ma iz­le­ri­ni eşe­li­yor­lar. Bun­lar el­bet­te flu ama Bey­lik­ler ve Os­man­lı dö­ne­min­den do­lu do­lu ha­tı­ra ta­şı­yor. Şe­hir hem İpek yo­lu üze­rin­de bu­lu­nu­yor, hem de Ak­de­niz'den Me­zo­po­tam­ya'ya ge­çen­le­ri ko­nuk edi­yor. Za­ten es­ki­den be­ri sa­nat­kâ­rı­nın ma­ha­re­ti ile ta­nı­nı­yor, med­re­se­le­ri ci­var bel­de­le­re de me­şa­le olu­yor. KÜL­TÜR YO­LU, TA­RİH TU­RU Gel­ge­le­lim Cum­hu­ri­yet­li yıl­lar­da plan­sız şe­hir­leş­me, şeh­ri pe­ri­şan edi­yor. O gü­ze­lim An­tep ev­le­ri­nin sı­ra­lan­dı­ğı so­kak­la­rı şe­kil­siz be­ton­lar ezi­yor. Ta­ri­hi bi­na­lar ba­ra­ka­lar­la ku­şa­tı­lı­yor, ka­le ade­ta gö­rün­mez olu­yor. Vi­ran­la­yan han­la­rı ha­ne ber­duş­lar me­kan tu­tu­yor. El sa­nat­la­rı ile iş­ti­gal eden­ler ka­ran­lık kuy­tu­lar­da kay­bo­lu­yor. Söy­le­me­si acı ama An­tep An­tep­lik­ten çı­kı­yor. Ga­zi­an­tep Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si son bir­kaç yıl­dır ka­le ve ci­va­rı­nı kur­tar­ma­ya ça­lı­şı­yor, bu pro­je­ye "Kül­tür Yo­lu" is­mi ve­ri­li­yor. Yak­la­şık 5.5 km'yi bu­lan hat üze­rin­de­ki bi­na­la­rın cep­he­le­ri dü­zen­le­ni­yor, yol ve kal­dı­rım­lar kes­me ba­zalt taş ile dö­şe­ni­yor. Dük­kan­la­ra ah­şap vit­rin, tah­ta ke­penk ta­kı­lı­yor. Kül­tür Yo­lu unu­tul­ma­ya yüz tut­muş el sa­nat­la­rı­na da so­luk al­dır­mış, ba­kır­cı­lar, se­def­çi­ler, kut­nu­cu­lar, ye­me­ni­ci­ler, gü­müş iş­le­me­ci­ler, ku­yum­cu­lar, ki­lim­ci­ler, çöm­lek­çi­ler, aba­cı­lar, se­mer­ci­ler ma­ha­ret­le­ri­ni se­rgi­le­me im­ka­nı bu­lu­yor. HAN DU­VAR­LA­RI Bah­so­lu­nan yol üze­rin­de­ki Mil­let Han, Hış­va Han, Yü­zük­çü Han, Ye­ni Han, Güm­rük Han, Es­ki Et Ha­li, Emir Han, Tü­tün Ha­nı, Ataş Han, Kürk­çü Han, Bü­yük ve Kü­çük Buğ­day Pa­zar­la­rı, Tuz Han, Ye­miş Han, Şi­re Ha­nı, Ke­mik­li Be­des­ten, Ana­do­lu Han, Bu­dey­ri Han sil­baş­tan ona­rı­lı­yor. RENK­LER VE SES­LER ARA­SIN­DA Zik­ro­lu­nan han­la­rın önün­de yer alan ya­pı­lar ka­mu­laş­tı­rı­la­rak yı­kı­lı­yor, ta­ri­hi do­ku gün ışı­ğı­na çı­ka­rı­lı­yor. Yıl­lar­dır bu yol­la­rı ar­şın­la­yan­lar bi­le "Aa­aa bu­ra­da han mı var­mış" di­yor­lar. Asır­lık han­la­rın at­la­rı, de­ve­si ek­sik ama san­ki de­rin­ler­den bir yer­den ayak ses­le­ri ge­li­yor. Pa­şa Ha­ma­mı, Göy­men Ha­ma­mı, Dud­lu Ha­ma­mı, Na­ip Ha­ma­mı, Gö­ğüş Ko­na­ğı, Ba­kır­cı­lar Çar­şı­sı, Ta­ri­hi Tah­mis Kı­ra­at­ha­ne­si, Ga­zi­an­tep Mev­le­vi­ha­ne­si, Va­kıf Mü­ze­si, Kır Kah­ve­si, Şe­hit Anı­tı ve Ta­ri­hi Al­ma­cı Pa­za­rı zi­ya­ret­çi­le­ri bek­li­yor. Renk­ler, ses­ler ve ko­ku­lar ara­sın­da do­la­nı­yo­ruz Kül­tür yo­lun­da... Çu­val çu­val ba­ha­rat­lar, al­lı mor­lu ha­lı­lar, çay ocak­la­rı, bo­dur otu­rak­lar ve te­laş­la yel­le­nen man­gal­lar... Sa­çak­lar­dan bi­ber, pat­lı­can, ka­bak ku­ru­la­rı sar­kı­yor. Bun­lar ci­var­da mı ye­ti­şi­yor di­ye so­ru­yo­ruz. "Ola­bi­lir de" di­yor­lar, "ol­ma­ya­bi­lir de... Gı­da adı­na ne­re­de ne ye­ti­şir­se ye­tiş­sin, An­tep'ten da­ğı­lır pa­za­ra. Ege'nin ürü­nü­nü de biz top­lar, yol­la­rız Do­ğu'ya. Kam­yon­lar peş­pe­şe çı­kar, Su­ri­ye'­ye, Irak'a..." İran­lı­lar Su­ri­ye'ye ge­çer­ken An­tep'te mo­la ve­ri­yor­lar. Hem gi­diş­te hem dö­nüş­te iyi mal kal­dı­rı­yor­lar. Kal­dı­rı­ma öbek öbek zey­tin ya­yan bir sa­tı­cı "bu An­tak­ya'nın ma­lı" di­yor, "bak ar­ka­da­şınki Ki­lis ama!" Kül­tür yo­lu­na açı­lan han­la­rın de­rin­lik­le­rin­de çe­kiç ses­le­ri du­yu­lu­yor. İh­ti­yar ba­kır­cı elin­de­ki mi­na­re ale­mi­ni dö­ver­ken "bi­zim işi ya­pan­da hen­dek gi­bi bir ka­rın ola­cak (sa­bır)" di­yor "ve ka­zan gi­bi bir ka­fa!" Se­def­çi çark­la­rı yek­ne­sak bir mı­rıl­tıy­la uğul­du­yor­lar, umul­ma­dık an­lar­da "cvzzzck" gi­bi ka­ra­tah­ta­ya sür­ten te­be­şir se­si çı­kar­sa­lar da... Mazisini arayan şehir Gaziantep HABERLER RAHATSIZ EDİYOR SÖYLENTİSİ KRİZDEN DAHA BETER Gaziantep, Anadolu'nun en hızlı değişen ve en hızlı gelişen şehirlerinden biri. Özellikle ekonomik ve kültürel gelişme şaşırtıcı boyutlarda. Şehri gezerken es­na­fa ha­li­ni so­ru­yo­ruz. Ön­ce "çok şü­kür" di­yor ve "iyi ola­cak" di­ye ek­li­yor­lar; "An­te­bi­miz ge­zi­le­cek gö­rü­le­cek bir yer ol­du, do­la­şan ayak sa­yı­sı art­tık­ça iş­ler de açı­la­cak!" Or­tak şi­ka­yet­le­ri ise kriz ke­li­me­si­nin çok faz­la­ te­re­nnüm edil­me­si... "Kriz, kriz, der­sen kriz ge­lir, da­vet et­me­nin âle­mi yok. Med­ya da çok ge­ri­yor!" DAMAK ÇATLATAN LEZZETLER Çin Mut­fa­ğı, Fran­sız Mut­fa­ğı, Arap Mut­fa­ğı, An­tep Mut­fa­ğı... Ül­ke­ler ara­sı­na mut­fa­ğı ile gi­ren tek şe­hir Ga­zi­an­tep! İmam Çağ­daş ve Şir­van Us­ta'nın ünü şe­hir dı­şı­na taş­mış... Şiş, Ali na­zik, pat­lı­can­lı ke­bap... Bun­la­rı bi­li­yor­su­nuz an­cak yer­li­le­rin ken­di­le­ri­ne sak­la­dık­la­rı lez­zet­le­ri de ara­ma­lı­sı­nız mut­la­ka... Me­se­la ma­yam (me­yan kö­kü şer­be­ti) iç­me­li, no­hut dü­rüm sar­dır­ma­lı­sınız bir ara... Sa­de­ce sa­bah­la­rı çık­tı­ğı için sey­yah­la­rın es geç­ti­ği bir baş­ka lez­zet Kat­mer. Bak­la­va yuf­ka­sı üsü­ne fıs­tık, kay­mak ve şe­ker ya­yı­yor, te­re­yağ­da kı­zar­tı­yor­lar. An­tep­li­ler bu­na bö­rek de­se­ler de bak­la­vay­la atı­şı­yor bize so­rar­san... Mazisini arayan şehir Gaziantep ANTEPLİ OLMAK GEREK ­Pas tut­muş bir ki­lit i­çin gün­ler­ce uğ­raş­mak... Hiç de ca­zip bir iş de­ğil, bu­nu yap­mak i­çin Gazian­tep­li ol­ma­nız ge­re­k. Mehmet Usta gibi... Mazisini arayan şehir Gaziantep 30 YIL ÖNCEYE GÖTÜRÜR Kül­tür Yo­lu'nda çocukluğunuzu so­lu­yor­su­nuz âde­ta... Es­ki rad­yo­lar, kı­rık plak­lar, kö­mür­lü ütü­ler, sal­lan­gaç­lı sa­at­lar... Bir to­paç gör­me­ye­li 30 yıl ol­muş­tu bel­ki, ke­mer­le­ri ala ye­şi­le bo­yan­mış be­şik­ler ona ke­za... İŞÇİLER SOKAKTAN Ga­zi­an­tep Ka­le­si­ni bin­ler­le us­ta imar et­miş ol­ma­lı za­ma­nın­da... Ta­mir işi de yap­mak­tan ko­lay de­ğil ha­ni... Ha­liy­le çok mik­tar­da taş us­ta­sı­na ih­ti­yaç du­yu­lu­yor. Ga­zi­an­tep Be­le­di­ye­si bu­nun hoş bir yo­lu­nu bul­muş, sa­hip­siz so­kak ço­cuk­la­rı­nı (ki ara­la­rın­da mad­de ba­ğım­lı­ları da var) kur­sa alı­yor bu­ra­da sa­nat sa­hi­bi ya­pıp ce­mi­ye­te ka­zan­dı­rı­yor. Yö­re­nin ün­lü taş us­ta­sı Ki­lis­li Ah­met Tu­gay Kö­roğ­lu eli­ne tes­lim edi­len genç­le­re ön­ce ta­rak­la­ma­yı öğ­re­ti­yor. Ta­rak, işin al­fa­be­si, ta­le­be­ler iki mi­li­min ne ka­dar önem­li ol­du­ğu­nu an­lı­yor, di­ki­ne ve ya­ta­yı­na vur­ma­yı kav­rı­yor­lar. Son­ra gön­ye tut­ma­ya, mi­zan al­ma­ya baş­lı­yor, der­ken te­ra­zi, ni­şan ve penç işi­nin in­ce­lik­le­ri­ne va­kıf olu­yor­lar. Ta­bi­i işin bir de he­sap ta­ra­fı var. Ölç­mez­sen ol­maz "ki­lit ta­şı" de­nen par­ça ko­ca ko­ca ke­mer­le­ri, de­va­sa kub­be­le­ri omuz­lu­yor. Evet es­ki­ler yumurta akından mamül Ho­ra­san har­cı kul­la­nı­yor­, araya kurşun akıtıyorlarmış. Bunu yapmak için sultan gücü gerekiyor. ZORUNDAN BAŞLIYORLAR Ah­met Us­ta "Ara sı­ra sert taş da ge­lir" di­yor, "ama hız kes­mi­yo­ruz. Ben bu­nu ya­pa­mam yok. Zo­ru öğ­ren, ko­lay za­ten ko­lay!" Son­ra bi­ze taş­lar hak­kın­da bil­gi ve­ri­yor "ba­kın taş ye­ral­tın­dan ana su­yuy­la çı­kar, baş­lan­gıç­ta pey­nir gi­bi­dir. Su­yu ka­çın­ca sert­le­şir ve bal ren­gi­ne dö­ner. 10 se­ne son­ra ka­ra­rır ve tek­rar ta­rak is­ter. Ta­rak­la­ma önem­li çün­kü çü­rü­me­yi ön­ler. Ba­zı taş­lar da­mar­lı­dır, bir ho­roz adı­mın­da bi­le ya­pı­sı de­ği­şi­ve­rir. Gö­ze­nek için­de tuz ka­rı­şım­la­rı ola­bi­lir, bun­lar za­man­la erir, ha­sıl olan boş­luk su­yu emer, don ya­pın­ca şi­şer ve ta­şı ufa­lar. Biz "tık tık vu­run­ca" ara­da yiv olup ol­ma­dı­ğı­nı an­la­rız. Bu işin çok in­ce­lik­le­ri var. Me­se­la Ah­lat ta­şı can ka­ya... Kır­mı­zı, gri, kül ren­gi... Ke­çe­li­dir de, ezilir ama pat­la­maz. Ak­sa­ray'da onu ok­şar, Ter­can ta­şı mer­mer cin­si­dir. Tar­sus'ta ise Sit­ka­ri çı­kar. Fi­ni­ke ta­şı da mak­bul­dür ama en kıy­met­li­si An­tep kıy­mı­ğı­dır ba­na so­rar­san!" Ah­met Us­ta'ya gö­re Mi­na­re­ler mut­la­ka taş­tan ya­pıl­ma­lı. Ev­ler de hat­ta... Bir­ket de­di­ğin 15 cm, tuğ­la­nın içi boş ha­va. Gü­neş­te apart­man ateş olur ama taş bi­na ısın­maz. Ya­zın se­rin, kı­şın sı­cak... Es­ki­ler 60 san­tim ka­lın­lı­ğın­da taş kul­la­nı­r­lar­mış, yet­mez­miş bir de top­rak sı­kış­tı­rır­lar­mış ara­ya... ELLER TAŞIN ALTINA Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye Baş­ka­nı Dr. Asım Gü­zel­bey, "20 se­ne ye­rel yö­ne­tim­ler ka­na­li­zas­yon, park, kal­dı­rım ya­par­lar­dı o ka­dar. Ama şim­di Tür­ki­ye'nin viz­yo­nu­na kat­kı­da bu­lu­na­cak pro­je­le­re im­za atı­yor­lar. Artık bir şeh­rin ge­liş­miş­lik en­dek­si zen­gin in­san sa­yı­sı ve lüks bi­na­lar­la öl­çül­mü­yor. O şe­hir­de­ki sos­yal ya­pı­ya ba­kı­yor­lar. Ga­zi­an­tep'te sa­yı­la­rı 5 bi­ne yak­la­şan so­kak ço­cu­ğu var­dı ve bun­la­rın % 25'i mad­de ba­ğım­lı­sıy­dı. On­la­ra sa­hip çık­ma­lıy­dık, na­sıl ka­za­na­bi­li­riz di­ye çok ka­fa yor­duk ve taş us­ta­sı yap­ma ka­ra­rı al­dık. Şim­di bi­ze "bu ti­ner­ci­le­r ne­re­ye git­ti" di­ye so­ru­yor­lar. Kim­se­nin bir ye­re git­ti­ği yok, on­la­rı eğit­tik, ba­rın­dır­dık, ken­di­le­ri için ya­pı­lan­la­rı iyi an­la­dı­lar. Za­ten Ga­zi­an­tep'in ta­ri­hi do­ku­su­nu or­ta­ya çı­ka­rır­ken bi­zim cid­di mik­tar­da taş iş­çi­si­ne ih­ti­ya­cı­mız var­dı. Dün so­kak­ta pi­nek­le­yen­ler ara­nan us­ta­lar ol­du­lar. BİR SIRRI VAR AMA... Genç­ler sa­nat öğ­ren­mek­le kal­mı­yor, için­de bil­gi­sa­yar oda­sı, yüz­me ha­vu­zu, ha­ma­mı olan hoş bir bi­na­da ka­lı­yor, mo­za­ik işi­nin de in­ce­lik­le­ri­ni kav­rı­yor­lar. Ze­ug­ma ge­le­ne­ği­ni de ayak­ta tu­tu­yor­lar bir ma­na­da. Bir tab­lo­da 30 bin taş var. Bu meş­ga­le ile so­ka­ğın kö­tü te­sir­le­rin­den kur­tu­lu­yor, uyuş­tu­ru­cu­yu akıl­la­rı­na bi­le ge­tir­mi­yor­lar. Taş yont­may­la, uyuş­tu­ru­cu te­da­vi­si ara­sın­da bir bağ fark et­tik­le­ri­ni söy­le­yen Dr. Asım Gü­zel­bey, "dik­ka­ti­mi­zi çek­ti, taş­la uğ­ra­şan­lar uyuş­tu­ru­cu­dan so­ğu­yor­lar. Ger­çi bu he­nüz bir fa­ra­zi­ye, il­mi de­ğe­ri de ol­ma­ya­bi­lir. Ama araş­tır­mak­ta fay­da var, bu yüz­den Ame­ri­ka'da­ki Can­ner Tıp Mer­ke­zi ile or­tak bir pro­je yü­rü­tü­yo­ruz" di­yor. Mazisini arayan şehir Gaziantep ­So­kak ço­cuk­la­rı, gün bo­yu taş iş­li­yor a­ma al­tın gi­bi bir sa­nat ve pa­muk gi­bi bir yü­rek sa­hi­bi o­lu­yor­lar.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.