MEMLEKETTEN HABER VAR -36- Behçet FAKİHOĞLUNemrud'un bütün putlarını yıkan Hazreti İbrahim'in atıldığı ateş bir anda suya, içindeki odunlar da balığa dönüşür, böylece Balıklı Göl oluşur. Hz. İbrahim'in doğduğu mağara da bugün ziyaretçi akınına uğrar...
Şanlıurfa'ya neden "Peygamberler Şehri" dendiğini anlamak için, şehir içinde yapacağınız kısa bir gezinti bile yeter. Yetkililerin belirttiklerine göre bu şehrimizdeki insanlar en çok İbrahim, Halil ve Halil İbrahim isimlerini kullanıyor. Büyük Peygamber İbrahim Aleyhisselam'la ilgili kıssalar, bu kıssaların geçtiği söylenen mekanlar anlatmakla bitmez... Zaten Şanlıurfa'yı öğrenmek için de bu kıssaları biraz bilmek gerekir. Nemrud, ilahlık iddiasında bulunan, heykellerini yaptırıp insanların bunlara tapmalarını emreden, zalim, gaddar bir kral. Gördüğü rüyanın, "o sene içinde doğacak bir çocuğun peygamberliğini ilan edeceği, tahtını sallayacağı, saltanatını bitireceği" şeklinde tabir edilmesi, Nemrud'u dehşete düşürür, daha da canavarlaştırır. Doğan bütün erkek çocuklar hunharca öldürülür. Annesi bu korkular sebebiyle İbrahim Aleyhisselamı bir mağarada doğurur. İşte bu mağara olduğu söylenen Urfa'daki Mevlid-i Halil Mağarası hergün ziyaretçi akınına uğramakta.
ONLARI HAK DİNE ÇAĞIRIR
Nemrud ve ahalisi, yılın belli gününde topluca dağdaki mesire yerine gider, piknik yaparlar. Şehirde yalnız kalan İbrahim Aleyhisselam, bütün putları kırar, baltayı da en büyük puta yaslar. Nemrut ve şehir ahalisi dönünce gördükleri manzara karşısında çok kızarlar ve şüpheli olarak İbrahim Aleyhisselam'ı getirirler. İbrahim Aleyhisselam bu işi büyük putun yapmış olabileceğini söyler. Onlar da 'o put bunu yapamaz' deyince; hareket edemeyen, kendilerini koruyamayan bu cansız şekillere tapmanın akılla bağdaşmadığını belirtir, onları hak dine çağırır. Nemrut daha da kızar, İbrahim Aleyhisselamı yakarak cezalandırmak ister. Günlerce odun toplanır, ateş yakılır, alevler gökyüzüne yükselir. Damlacık dağının tepesinde (Urfa Kalesinin bulunduğu yer) mancınık kurulur, elleri ve ayakları bağlı olan İbrahim Aleyhisselam bu mancınıkla alevlerin ortasına fırlatılır. Bir anda ortalık güllük-gülistanlık olur. Ateş suya, odunlar da balıklara dönüşür. Balıklıgöl ve balıkların o ateşten kaldığına inanılır ve kutsal kabul edilir. Gördüğü bu mucize karşısında iman edip kendinden geçen Nemrud'un kızı (bir rivayete göre de akrabası) Aynzeliha da kendini boşluğa atar, ona da birşey olmaz. Halil-ür Rahman Gölü'nün hemen üst tarafındaki gölet "Ayn Zeliha Gölü" olarak anılır.
Balıklı Göl'deki balıklar ziyaretçilerin büyük ilgisini topluyorHER YERİN HİKÂYESİ VAR
Adım attığınız her yerin, her mağaranın, her taşın bir hikâyesi var. Gittiğimizde Balıklı Göl ve çevresi, yine değişik illerden gelen ziyaretçilerle doluydu. Mağaradan, merdivenleri tırmanarak ter içinde kaleye çıktık. Mancınıkların yerine dikilmiş sütunların ortasında Balıklı Göle baktım, gökyüzüne yükselen alevleri hayal ettim, dehşete kapıldım. Kalenin etrafındaki kayalar kesilerek, hendek açılmış. Bu defa merdivenlerden Balıklı Göl'e indim, mağaradaki tesiste bir çay içerek yorgunluk attık. Eyyubiye Mahallesine gidiyor, Eyyüp Peygamber'in hastalık çektiği mağaraya, suyundan şifa bulduğu kuyu başına uğruyoruz. Buralar da insanlarla doluydu...
Uygarlıklar merkezi Harran
Şanlıurfa merkezine 48 kilometre uzaklıkta bulunan enbiyalar ve evliyalar şehri Harran'a gidiyoruz. Adem Aleyhisselam'ın burada çiftçilik yaptığı, Nuh Aleyhisselam zamanındaki tufandan sonra ilk kurulan şehrin burası olduğu, İbrahim Aleyhisselam ve başka peygamberlerin burada yaşadığı rivayet ediliyor. Bu kadar önemli olan Harran'ı bu safaya sığdırmak elbette mümkün değil. Şeyh Hayat El Harrani Hazretleri'nin türbesine giderek dua ile başlıyoruz. Sonra da Eski Harran evlerinden birisine gidiyoruz. Ev sahibi Latif Dumankaya bu evlerin korumaya alındığını, yazın serin, kışın sıcak olduğunu söylüyor, çay ikram etmek istiyor. Daha Nisan'ın başında, neredeyse 30 derecelik bir sıcaklık olduğuna göre, yaz sıcağının ne denli bunaltıcı olabileceğini tahmin ediyor ve bu evlerin önemini düşünüyoruz... Kale içine, dünyanın en eski üniversitesi olan Harran Üniversitesi'nin kalıntılarına gidiyor, burada yetişen bilim adamlarını ve buluşları bir daha düşünüyorum. 8 kapısı, 187 burcu olan, 4 metre yükseklikte bulunan, kesme taşlarla yapılmış 4 kilometrelik şehir surları pek görünmüyorsa da; Harran'ın medeniyetimize yaptığı katkı hiç bitmeyecektir. Şanlıurfa'nın baştan başa tarih olan diğer köşeleri de mutlaka gezilmeli, görülmeli ve incelenmelidir...
TAŞ EVLER, YAZIN SERİN KIŞIN SICAK
Eski Harran evlerinden birisine gidiyoruz. Ev sahibi Latif Dumankaya bu evlerin korumaya alındığını, yazın serin, kışın sıcak olduğunu söylüyor. Daha Nisan'ın başında, neredeyse 30 derecelik bir sıcaklık olduğuna göre, bu evlerin ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz...
Aşçı Halil Sağır, Urfa kebap ve Şıllık tatlısının tarifini verdi.Urfa kebap ve şıllık tatlısı
Urfa'nın en maharetli aşçısı olduğu söylenen Halil Sağır'dan, Urfa kebap ve Şıllık tatlısının nasıl yapıldığını öğrenmemek olmaz. Kuzunun kaburga ve boşluk kısmından alınan et, zırhla çekilir, kıyma haline getirilir. Acı katılmadan yapılırsa sade kebap (haşhaş), acı katılırsa acılı haşhaş adını alır. Domatesle yapılırsa domatesli kebap, patlıcanla yapılırsa patlıcanlı kebap olur. Sadece tuz katılır, yuvarlak şişe geçirilirse haşhaş, yassı şişe geçirilirse Urfa kebap adını alır. Urfa kebabın lezzeti; Urfa dağlarındaki şifalı otlarla beslenen hayvanların lezzeti ve aşçıların ustalığından gelir. Şıllık tatlısı ise şöyle yapılıyor: Un, süt, tuz ve az şeker karıştırılır, katı ayran kıvamında cıvık bir hamur yapılır. Teflon tavaya dökülerek, ince şekilde altlı üstlü pişirilir. En alta iki kat, ortaya ceviz, üste de iki kat konarak, baklava dilimi şeklinde kesilir, sade yağlı şerbet, kaynar şekilde dökülür...
Bakırcılıkla uğraşan Mustafa Bakır, işi babadan öğrenmiş.El sanatları hâlâ yaşıyor
Şanlıurfa'da, tarihî birikimden gelen bazı el sanatları hâlâ varlıklarını koruyabilmekte. Yaşmak, hışdalı, ehram dokuyan ustalar hâlâ bulunmakta. Keçecilik de devam etmekte, keçelerden süslü çantalar ve turistlere hitab eden diğer hediyelik eşyalar yapılmakta. Bakırcılık da zamana direnen sanatlardan. Osmanoğlu Bakırcılık'tan Mustafa Bakır, bu işi babadan ve dededen öğrendiklerini, atölyelerinde zamanın ihtiyacına göre üretim yaptıklarını belirtiyor. Eskiden kap-kacak gibi mutfak eşyaları ağırlıklı olarak yapılırken, şimdi bu sektör de turizme göre şekillenmiş, turistik eşyalara ağırlık verilmiş. Mesela "mırra cezvesi" ve "balıklı tepsi" en çok satılan mallar olmuş. Bir zamanlar hepsi de imalat yapan 150'den fazla bakırcı dükkanı bulunduğunu belirten Mustafa Bakır, bu sayının şimdi 15-20 civarında olduğunu söylüyor, turistik eşyaya yönelme ile birlikte bir kıpırdanmanın başladığını anlatıyor.
Çiğ köftenin hikâyesi
Şanlıurfa'nın vazgeçilmezlerinden biri de çiğ köftedir. Çiğ köftenin hikayesini de, Ticaret ve Sanayi Odası eski Genel Sekreteri Hasan Fehmi Hayırlı'dan dinliyorum. Çiğ köfte patentini Urfa adına alan Hasan Fehmi Bey, Hazreti İbrahim'in kıssasının iyi bilinmesi gerektiğini söylüyor: Nemrut, Hazreti İbrahim'i içine atacağı ateşin büyük olması için Urfa'nın etrafındaki bütün ağaçları kesip toplamış, bütün odunları yığmış. İnsanlar ve hayvanlar aç kalmış, yakacak bitmiş. Bir avcı dağda bir ceylan avlamış, yorgun argın şekilde evine dönmüş, hanımından bunu yemek yapmasını istemiş. Ateş yok, yakacak yok; hanımı ceylanın arkasından biraz yağsız et çıkarmış, taşla ezmiş, içine bulgur ve baharat katmış, yoğurmuş. Kocası bu lezzeti çok beğenmiş, sonra da etin bu şekilde tüketilmesi yaygınlaşmış, o gün bugündür çiğ köfte yeniyor.
İŞTE O ÖZEL TARİF
Üveysi cinsi koyun etinin yağsız yerinden alınır, iyice dövülür veya kıyma haline getirilir. Etin hamcı kadar isot, etin hamcından az fazla bulgur, tuz, baharat, tarçın, karabiber, karanfil katılır. 1.5 baş soğan da iyice doğranarak katılır, yoğrulur. Makbul olanı az su ile yoğurmaktır. Bulgur az dişe geldiğinde su arttırılır yumuşatılır. Yoğuran kişinin usta olması, elinin terlememesi gerekir. Çiğ köfte bekletilmemeli, hemen tüketilmeli ve kesinlikle limon kullanılmamalıdır. Böyle bir yiyeceğin başka yerlerde bulunmadığını söyleyen Hasan Fehmi Bey, çiğ köfte ile ilgili 200 civarında mani bulunduğunu söylüyor. Şanlıurfa'da her sene 11 Nisan'da çiğ köfte ve isot yarışması yapılıyor.