Osmanlı, Fars ve Selçuklu medeniyetlerinin izlerinin görüldüğü İshak Paşa Sarayı, muhteşem bir eser. Bir tabiat harikası Ağrı Dağı, efsanevi hikâyeleriyle bütün dünyanın ilgi odağı...
ÇOK TURİST ÇEKİYOR...
İstanbul Topkapı Sarayı'ndan sonra, ikinci teşkilatlı saray sistemine sahip İshak Paşa Sarayı, aynı zamanda yörenin en büyük tarihî eseri ve en çok gezilen turistik yeridir. Etrafına göre yüksek bir kayanın üzerinde inşa edilmiş İshak Paşa Sarayı'nda, daha o zamanlar kalorifer tertibatı kurulmuş, su ve kanalizasyon sistemi mükemmel şekilde yapılmış. Jeolojik yapısı, kültürel kimliği ile çok önemli bir yer tutan Ağrı Dağı, Hıristiyan ve Yahudilerce de kutsal sayılmakta, Nuh Aleyhisselam'ın gemisini bulmak ümidiyle bölgeye çok sayıda turist gelmektedir.
Ağrı'ya Van istikametinden gidiyoruz. Erciş'ten sonra Ağrı'nın ilçesi Patnos çıkıyor karşımıza. İlçenin güneyinde de bütün ihtişamıyla, karlı Süphan Dağı. Ağrı'nın iki ilçesinin, Türkiye'nin en yüksek iki dağına yaslanması dikkat çekici. Patnos, karayollarının kesişme noktasında, bir ovada kurulmuş. Bu stratejik konumu sebebiyle, tarih boyunca önem kazanmış. Patnos'a, Süphan Dağı'na bakıyor, dilden dile dolaşan efsaneleri hatırlıyorum. Süphan da diğer dağlar gibi, bağrı yanıkların, zulme uğrayanların sığınağı olmuş. En etkileyici ve acıklısı da Siyabend ile Hacer'inki. Bu sevdalılar Süphan'a sığınır, bir geyik kesilirken Siyabend uçuruma yuvarlanır, sonra da Hacer aynı sonu seçer... Bu acıklı hikaye de asırlardır dilden dile dolaşır...
ESKİ ADI KARAKÖSE
Ya Taşkın Baba; İran Seferi esnasında Patnos'ta konaklayan 4. Murat Han için, Süphan Dağı'ndaki geyiklerin sütünden yapılmış yoğurdu getiren, padişaha yetişmek için Murat Nehri'nin azgın sularına basarak karşıya geçen ve isminin köyüne verildiği (Taşkın Köyü) söylenen zat... Patnos'u, Süphan Dağı'nı geride bırakıyor, asırlardır dilden dile gelen efsane ve hikâyeleri bir daha hatırlıyor, Ağrı yoluna düşüyorum. Tutak ilçesinden geçiyor, Ağrı'ya 12 kilometre kala Hamur ilçesine varıyoruz. Aladağlar silsilesinin etekleri ile Murat Vadisi üzerinde kurulmuş bu ilçede tarım ve hayvancılık yapılır; son zamanlarda arıcılıkta da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Ağrı, bir düzlükte kurulmuş, kenarından Murat Nehri geçiyor. Nehir yatağının genişliği dikkat çekiyor. Hemen yakında da Köse Dağ görülüyor. Zaten Ağrı'nın eski adı (Karaköse) bu dağdan geliyor. Şehre adını veren Ağrı Dağı görülmüyor...
BAŞIM GÖZÜM ÜSTÜNE
Şehir içinde gezintiye çıkıyorum; Hakkari, Siirt, Bitlis ve Van'da çokça duyduğum "başım gözüm üstüne" tabirini burada da duyuyorum. Doğu insanının misafirperverliğini, sıcakkanlılığını Ağrı'da fazlaca hissediyorum, bu güzel insanlara olan muhabbetim daha da artıyor. Ağrı Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Alaettin Aslan ve diğer meslektaşlarımızın sıcak ilgileri ve misafirperverliklerinden mahcup oluyorum... Diyadin ve Doğubayazıt'a gitmek için, İran sınırına doğru yola çıkıyoruz. Sağda ve solda geniş düzlükler, sararmış buğday tarlaları, meralar... Taşlıçay'dan geçiyor, İran'a giden yolda 55 kilometre gidiyor, güneye sapıyoruz, 7 kilometre sonra karşımıza Diyadin çıkıyor. Murat Nehri kıyısında kurulmuş, 400 yıllık geçmişe sahip bir ilçe. Oğuz Türklerinin, İranlıların ve Selçukluların ordularına geçit vazifesi görmüş ve çeşitli uygarlıklar yaşanmış bu tarihî ilçe aynı zamanda bir termal merkezi.
HER TARAF TARİH
Termal otel ve birçok termal havuzu bulunan ilçe bu su ile ısıtılmakta. Çıkışta sıcaklığı 90 dereceyi bulan bu kaplıcaların birçok hastalığa iyi geldiği söylenmekte. Tarihî eserleri ve muhteşem güzellikleri bulunan Diyadin'de geçim tarım ve hayvancılıkla sağlanıyor. İran sınırına doğru yolumuza devam ediyoruz. Ağrı'ya 97 kilometre uzaklıkta, İran transit yolunun üzerinde, ovada kurulmuş Doğubayazıt ilçesine varıyoruz. Kuzeyinde bütün ihtişamıyla Ağrı Dağı görülen bu şirin ve tarihî ilçe İran sınırında. Etrafına göre yüksek bir kayanın üzerinde inşa edilmiş İshak Paşa Sarayı, daha uzaktan inci gibi parlıyor. Etrafında tarihî şehrin kalıntıları, yukarıdaki kayalıklarda Urartu Kalesi, sarayla kale arasında tarihî cami ve yukarıda Ahmed-i Hâni Türbesi... Her biri turizmimiz için bulunmaz hazineler... Eski Doğubayazıt kayalıkları üzerinde kurulmuş ve inşaatının 100 yıl sürdüğü söylenen bu muhteşem eser, saraydan öte bir külliyedir. İstanbul Topkapı Sarayı'ndan sonra, ikinci teşkilatlı saray sistemine sahiptir. Aynı zamanda yörenin en büyük tarihî eseri ve en çok gezilen turistik yeridir. Son zamanlarda yapılan sarayların en ünlüsüdür. Osmanlı İmparatorluğu'nun Lale devrinde yapılmış son büyük anıt yapısıdır. Harem Dairesi, Topkapı Sarayı örnek alınarak yapılmıştır.
3 MEDENİYETİN İZİ
Arazi yapısından dolayı, dolgular, yüksek teraslı duvarlar ve bodrumlar yapılmıştır. Siyah yontma taşlarla, alttan yukarıya, doğru düzgün bir meyille örülen terasların yüksekliği 15 metreyi bulur. Sarayın planında Türk Saraylar Geleneği esas alınmıştır. Sarayın "U" şeklindeki iki avlusundan birincisinin sadece çevre duvarları, ikincisinin ise karşılıklı olmak üzere, odaları ve yıkılan temelleri bulunmaktadır. Sarayın mimarisinde Osmanlı, Fars ve Selçuklu medeniyetlerinin ortak etkisi gözlenmektedir. Sarayın iç ve dış mimarisindeki güzellik, yüreklere huzur veren bir ifade taşımaktadır. Cümle kapısındaki ihtişam, süslemelerdeki sanat ve zarafet anlatılır gibi değil. Bir sanat harikası olan mutfaktaki siyahlık ve iz kokusunun, Ruslar tarafından içindeki erzakın yakılması sonucu oluştuğu söylenirken, tuhaf koku hâlâ hissediliyor.
Harem dairesi, toplantı salonu hamamı ve diğer bölümleriyle bir mimarlık harikası olan İshak Paşa Sarayı'nda daha o zamanlar kalorifer tertibatı kurulmuş, su ve kanalizasyon sistemi mükemmel şekilde yapılmış. Sarayın en güzel bölümü, uzaktan nazlı minaresiyle farkedilen camisi, belki de enaz tahribata uğramış kısmı....
Türkiye'nin en doğusunda bulunan bu mimarlık harikası, tarihî inci, yıllar yılı tahribata uğramış, yıkılmaya terkedilmiş. Ruslara ait olduğu söylenen kurşun izleri birçok bölümde görülürken, sonra da gereken özen gösterilmediği anlaşılıyor.
Kalabalıklar gelip çıkarken, biz de karışık duygular içinde saraydan ayrılıyor, Şeyh Ahmed-i Hani Hazretlerinin türbesine yöneliyoruz. Biraz yukarıda da, büyük İslam Alimi, yöre halkının "Hani Baba" dediği Şeyh Ahmed-i Hani Türbesi ve camii. Ziyaretçisi eksik olmayan türbe, her zamanki gibi kalabalık...
BİR TABİAT HARİKASI
Bir tabiat harikası olan Ağrı Dağı, 5137 metre yüksekliğiyle, ülkemizin en yüksek dağı. Jeolojik yapısı, kültürel kimliği ile çok önemli bir yer tutan Ağrı Dağı, Hıristiyan ve Yahudilerce de kutsal sayılmakta, Nuh Aleyhisselam'ın gemisini bulmak ümidiyle bölgeye çok sayıda turist gelmektedir. Dağcılık açısından önemli bir yer tutan Ağrı'ya ilk tırmanışın 1829 yılında Prof. Parot tarafından gerçekleştirdiği söylenirken, tırmanan ilk Türk'ün de Bozkurt Ergör olduğu ve tırmanışı 1970 yılında gerçekleştirdiği belirtiliyor. Şimdilerde ise, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen dağcılar tırmanış için mücadele etmekte. Çevresi ile Milli Park ilan edilmiş Ağrı Dağı'na tırmanışlar izin alınarak yapılabilmektedir. Yabancıların müracaatlarını Ankara'ya yapmaları ve Doğubayazıt'ta temsilciliği bulunmadığı söylenen Dağcılık Federasyonu'na para yatırmalarına bir anlam verilmezken, bu izinlerin mahallinden alınması ve paraların da mahallinde toplanarak dağ için harcanması gereği üzerinde duruluyor... Efsaneleri dilden dile dolaşan bu muhteşem dağ bile kendi başına Ağrı'yı turizmde uçuracak güçte...
Ağrı'nın yöresel yemeği 'Abdigör Köfte'yi Nermin Okçu anlattı. Abdigör KÖFTE
Zengin bir mutfağı bulunan Ağrı'nın yöresel yemeği 'Abdigör Köfte'yi en iyi bilenin Nermin Okçu olduğu söylenince, Nermin Hanımın kapısını çalıyoruz. Doğubayazıt eşrafından olan Nermin Hanım bizi kırmıyor, bu güzel yemeğin hikayesini ve yapılışını anlatıyor. Abdi Paşa hastalanır, et yiyemez. 7 hekim getirilir, hekimlerden birisi; "Sinirsiz, yağsız, siyah eti iyice dövüp, pişirip yerseniz hastalanmazsınız" demiş. Abdi Paşa söyleneni yapmış ve iyileşmiş. Abdigör Köfte; kış etinden, yeşillik yememiş sığır etinin sinirsiz ve yağsız kısmından, kalça ve kaburgasından olur. Et, özel bir taşın üstünde, tahta tokmakla macun haline gelinceye kadar dövülür. Tuz, karabiber, soğan, su katılır, karıştırılır, merhem kıvamına getirilir. Büyük köfte haline getirilerek ılık suya konur, kaynatılır, sonra da pirinç katılır, pişmeye bırakılır. Suyunu çektikten sonra üstüne yağ katılır, çağşır bitkisinden yapılmış turşu ile servis yapılır...
