Türkiye son iki aydır tabir yerindeyse yangın yerine döndü. Şirketler iflas ediyor, dükkanlar kapanıyor. Bunun sonucu olarak da işsizler ordusu çığ gibi büyüyor. Kapanmamak için direnen esnaf da günü siftahsız geçiriyor. Zaten çalışanlardan çoğu kişinin de maaş aldığı yok... Halktan gelen bütün çığlıklara yer versek, gazetenin tamamı bile yetersiz kalır. Birçok insan evine ekmek götüremeyecek kadar çaresiz kalmış. Asıl tehlike yakında geliyor; işten çıkarılırken ellerine üç-beş kuruş tutuşturulanların bu paraları da bitince ne olacak? Tazminat adı altında verilen bu paralar da fazla dayanamaz. Piyasada yaprak kıpırdamıyor, hazırda bekleyen sermayeler de tükeniyor. Bu tehlikeli gidişe son vermek için, yüksek orandaki maaşlarını aksatmadan alan bürokratlarla siyasetçiler parmak oynatmıyor. Tek yaptıkları, hiçbir işe yaramayan laf kalabalığı... Can derdine düşmüş bu yoksul halkı hâlâ oyalamakla meşguller. Açıkları kapatmanın yollarını, bu gariban insanların boğazına giden lokmayı küçültmekte arıyorlar, temel ihtiyaç maddelerine insafsızca zamlar yapılmakta... İmkanı olanlar çareyi ülkeden kaçmakta arıyor. Bu cennet ülkeyi yaşanmaz hale getirdiler... Doğrusu bu mu? Yıllardır, bozuk yolların, trafik düzensizliğinin ve mevzuattaki eksikliklerin yolaçtığı trafik cinayetlerini hayali bir "canavar"a yükleyerek sorumluluktan kurtulmaya çalıştılar. Şimdi de iflas etmiş ekonominin suçlusunu buldular: Hortum... Halbuki yıllardır aklı başında olan herkesin yapılmasını istediği, çağdaş dünyanın yaptığı uygulama belli; devleti ekonomiden çekmek, devleti şeffaflaştırmak, demokrasimizi çağdaş dünyanın seviyesine getirmek, bunlar için acilen yapısal değişikliklere gitmek... Bunları neden yapmıyorsunuz, insanların açlıktan ölmesini mi bekliyorsunuz? Para musluğunu politikacının eline verip sonra da hayıflanacağınıza, bu kuruluşları politikanın etkisinden kurtarın. Devleti, nema dağıtan bir aygıt olmaktan çıkarın. Bırakın, ekonomi kendi kuralına göre işlesin. Zaten IMF'nin de, Dünya Bankası'nın da, Avrupa Birliği'nin de istediği bu değil mi? Bunun neresi kötü? Öyleyse neden bir an önce yapmıyorsunuz da vatandaşı bir lokma ekmeğe muhtaç ettiniz? Neden bu cennet ülkeyi Küba ile Kuzey Kore'ye benzetmeye çalışıyorsunuz. Neden işin doğrusunu halka anlatmıyor, gerçekleri çarpıtıyorsunuz? Buna hakkınız var mı? Türkiye'nin servetini yarıya düşürmek, şirketlerinin iflasına yolaçmak, ülkenin etkinliğini azaltmak, bütün göstergelerde en geri kalmış ülkeler kategorisine sokmak vatanperverlikle, milleti sevmeyle bağdaşır mı? Bütün olumlu gelişmelerin önünü tıkayıp, sonra da riyakârca bu milleti sevdiğinizi söylüyorsunuz. Yeter artık, gerçek yüzünüzü gösterin, aldatılmaktan, gerilimden bıktık! Sevmeyin bizi. Sizden tek istediğimiz, yakamızı bırakmanız, boğazımızı sıkmamanız... Sizden ve sizin zihniyetinizden kurtulduğumuz gün, kriz de biter. Siz, tekerin önündeki taş gibisiniz. Bu millete yaptığınız kötülük yetmedi mi? Sizi Rabbime havale ediyorum! Alın teriyle kazanan, kıt kanaat geçindiği halde yıllardır şükreden, ancak ülkeyi getirdiğiniz durum yüzünden bir ekmeğe dahi muhtaç kalan; iş bulamayıp da karnını doyurmak için hırsızlık dahi yapan namuslu insanları içine düşürdüğünüz durumdan; Geçinemediği için iki yavrusunu beline bağlayıp, denize atlayarak kendi hayatına ve masum iki yavrusunun hayatına son veren annenin ölümünden ve buna benzer tüm intiharlardan; çaresizlikten kötü yollara düşmüş bütün vatandaşların durumundan yüzde yüz mesul olduğunuz için... Zalimin zulmünden, yetimin gözyaşından; işçinin, emeklinin, çiftçinin, memurun şu anki halinden sorumlu olduğunuz için... Para uğruna insanların, daha da ötesi kardeşin bile kardeşi öldürebildiği bir ortamın meydana gelmesinden mesul olduğunuz için... Yazıklar, eyvahlar, vahlar olsun... Bizi bu duruma düşüren tüm hükümetleri gerçek adalet sahibi Rabbime havale ediyorum!.. * Çetin Girgin - MARMARİS Hangi derdime yanayım! Bu vatan bizim, bu bayrak bizim, bu millet bizim. Bu güzel vatanımın şu haline bakın, ne günlere kaldı! Bizi bu hale getirenlerin hiç mi Allah'tan korkusu yok, hiç mi vicdanları sızlamıyor? Tabii ki sızlamaz; 2-3 milyar maaş alıp, hiçbir derdi olmayan kişiler, benim gibi milyonlarca insanın derdini hiç umursamıyorlar. Hangi vicdana, merhamete sığdırıyorlar? Hanımının hayatı garanti, çocuğunun geleceği garanti, ya ben; asgari ücretle hangi derdime yanayım? Evime 2 ekmek, çocuğuma 1 kilo süt götüremezken... Bunu bilen ve yıllarca tertemiz insanların geleceği ile oynayan bu acımasız kişilerin, artık yakamızı bırakmalarını istiyoruz... * Hüseyin Karpınar - K. MARAŞ Duyun artık! Antalya İmam Hatip Lisesi'nin 1995 yılı mezunuyum. Şimdi düşünüyorum da, keşke mezun olmasaydım. İlkokul mezunu kadar değerimiz yok. Birileri bu haksızlıklara "dur" desin, artık ben dayanamıyorum. Üniversite giriş sınavında haksızlık yapılıyordu, şimdi bazı kamu kurum ve kuruluşlarına "İmam Hatip Lisesi mezunu çalışamaz" diye yazı gönderilmiş. Şimdi de polis olmamıza set çekildi... İmam Hatip Lisesi mezunu bir öğrenci, düz lisedeki bir öğrencinin gördüğü bütün dersleri aynı miktarda görüyor; ilaveten meslek derslerini görüyor. Sanki bunlar Türkiye'nin okulu değilmiş gibi muamele görüyoruz. Alınan kararlar da kanunsuzca, geriye doğru işletilerek biz eski memurların da hayatı karartılıyor. Bu kararların, alındığı tarihten sonra bu okullara girenler için geçerli olması gerekir. Bu durumları bilseydik o okullara girmezdik... Özel sektör bile mezun olduğumuz okulu duyunca duraksıyor. Devletin çalıştırmadığını onlar neden çalıştırsın? Bari bu okulları tamamen kapatın(!) da bizden sonrakiler yanmasın!.. * İsmi mahfuz bir okuyucu Bir madalyonun iki yüzü Dolarların havada uçuştuğu, içkinin bolca tüketildiği eğlence mekanlarındaki insan manzaralarını televizyonda görüyoruz... Şöyle ki; içkisini yanındaki bayanın ayakkabısından içen, eğlence olsun diye yüzlerce tabağı kıran, sadece kuş sütü eksik olan masaları devirip tekmeleyen ve en utanç vericisi de kendilerine hizmet eden garsonların çeketlerini yakan... Bu kişiler bu davranışlarda bulunurken bir kısmı da kahkahalarla gülüyor. Demek oluyor ki, önceden ağlanacak halimize gülüyorduk, şimdi ise kahkahalar atıyoruz. Bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım; Binbir zorlukla ekip biçtiği tarlasından kazandığı üç kuruş parasını bile bankalara kaptıran vatandaşlar. Bunlar çocuklarını okutamıyor, giyecek alamıyor, kendilerinin ve çocuklarının sağlıklarıyla ilgilenemiyor... Çoğunun sofrasında bırakın katığı, ekmek bile bulunmuyor. Böyle ağır şartlar altında yaşamaya çalışan vatandaşlarımıza Anadolu'nun en ücra köşelerinde rastlardık eskiden, ama şimdi her yerde rastlamamız mümkün. Yoksulluk yurdumuzu baştan başa sarmış durumda. Devletimiz onları yılda bir kere hatırlıyor. Yardım etmek için değil, alacağı vergiyi tahsil etmek için... Kısacası, bir yanda varlık içinde zevki sefa edenler; diğer yanda yokluk içinde yaşam savaşı veren vatandaşlarımız... Şimdi soruyorum; seçim zamanı geldiğinde meydanlarda boy gösterip, vatandaşa eşitlik ve huzurlu yaşam vaadlerinde bulunan büyüklerimiz yukarıda bahsettiğim çarpıklığı görmüyor mu? * Halil İbrahim Tufanoğlu - SAKARYA