Çocuk başarısı karne
notuyla ölçülmemeli

A -
A +

PSİKOLOG İLKTEN ÇETİN KARNE SENDROMU İLE İLGİLİ GERÇEKLERİ ANLATTI SUNUŞ Haftaya karneler alınıyor, karne notları istediği gibi olmadığı için kara kara düşünen bazı çocuklarla, ellerinde karneler koşa koşa eve gidip ödül bekleyecek çocuklar yan yana oturacak tatil öncesi sıralara... Yani birçok ebeveyne göre ak koyun kara koyun belli olacak önümüzdeki cuma günü. Çocukların bir kısmı baskı altında... Karnelerine yazılan notlar onları aile, hatta toplum içerisinde bir yere oturtacak. Birkaç gün eve gelen misafirlerin, "karnene bakalım" diyen seslerinden kaçabilmek için ellerinden geleni yapacak ya da iftiharla çıkartacaklar karnelerini meydana... Peki ya, düşük notların tek suçlusu çocuklar mı? Bu sorularımıza cevap bulmak ve karne öncesi, çocukların benzer bir sorun yaşayacağını düşünen ebeveynlere biraz ışık tutabilmek, aile içi değerlendirmelerine destek olmak amacıyla uzun yıllar Ankara ve Marmara üniversitelerinde uzman psikolog olarak görev almış bugün Royal Danışmanlık'ta ergen ve yetişkin danışmanı olarak görevini sürdüren İlkten Çetin'i köşemize konuk ettik ve kendisine sorduk; ebeveynler olarak bize düşen görevler nelerdir, kötü sonuçlarda bizim hatamız yok mu? Sadece karnelerde yazan notlar mıdır çocukları hayatta başarılı kılan? Bir çocuğu başarılı kılan temel kriter karnedeki yüksek notlar mıdır? Maalesef bizim kültürümüzde genellikle karne notlarıyla karıştırılıyor başarı, çünkü bütüne bakan bir anlayışımız yok. Oysa bir çocuğu sadece karne notlarıyla değerlendirmek çok büyük bir yanlış ve haksızlıktır. Mutluluk kavramıyla çok ilgilenmiyoruz. Başarı sadece notla mümkün değildir. Öyle olsaydı bütün yüksek notlu çocukların hayatta çok mutlu olması ve en iyi yerlere gelmesi gerekirdi. Bizim belli kalıplarımız var ve karne notları temel ölçü. Üstelik de not ailenin de başarısıdır. Ama aileler not sorumluluğunu tek başına çocuğa yüklerler genellikle. Ailelerde, "ben neyi eksik yaptım acaba, ya da ben çocuğuma hangi konuda yardımcı olamadım, neyi farklı yapsaydım sonuç daha iyi olurdu" diyeni çok duymayız. Genellikle çocuğa yüklenilir, "sen çalışmadığın için böyle oldu, tembelsin, neyin eksik" diye kızarız. Yani zayıf notların tek sorumlusu çocuk değildir... Elbette ki değildir. Çocuğu sadece karnesine bakıp tek bir faktörle değerlendirmek büyük bir hatadır. Zayıf notu etkileyecek o kadar çok faktör olabilir ki. Ailevi sorunlar olabilir, çocuk sınıf ortamını sevmemiş olabilir. Öğretmenini sevmemiş olabilir. Çocukta bakılması gereken fiziksel bir sorun olabilir, bilinemeyen bir göz problemi olabilir, doğru ders çalışma yöntemlerini bilmiyordur, sınıftaki arkadaşlarıyla uyum sorunu olabilir. Sadece çalışmıyorsun demek yanlış. Çalışma motivasyonunu etkileyen pek çok neden olabilir. Sadece sonuca odaklanmak çok yanlış. Not sadece bir sonuçtur. O sunuca giden yolda, süreçte neler oluyor. Bazen talihsizlikler de oluyor, sınav zamanı bir sorunu mu oldu bakmak lazım. Her şeyin hakkaniyetli gittiğini söylemek mümkün mü, bilmediğimiz bir sorun var mı araştırılmalıdır. VELİLERİN TAVRI ÖNEMLİ Özellikle ilköğretimin ilk yıllarında çocuğun okul uyumunu anlamada daha hassas davranılmalı sanırım? Burada çocuğun öğretmeninden doğru bilgi almak çok önemli. Sorun hissediliyorsa ardından çocuk psikoloğuna gidilebilir. Ama öncelikli önlem, velinin hemen panik olmamasıdır. Sorunların zamanında tespit edilmesi çok önemli ancak çocuğun içinde bulunduğu şartlar da iyi anlaşılmalı. Her alanda olduğu gibi erken müdahale önemli ama geç kalmayacağız diye de hemen bir uzmana yönelmek de doğru değil. Sınıfta genel tablo çok iyiyken çocuğun bir sıkıntısı varsa öğretmenin de görüşleri dikkate alınarak bir şeyler yapılabilir. Bazı çocuklarda afyonun patlaması gecikebilir. Her çocuk aynı zamanda aynı sonucu verecek diye bir şey yok. Çocuk belki süreç içinde alışacak okula. Burada da velinin tutumu çok önemli. Çocuğa "sen yeni bir döneme girdin" diye okul anlatılmalıdır. Veli şunu bilmelidir ki sorunlar hayatın her döneminde var olacaktır. Bir sorun varsa paniğe kapılmadan bir uzmana başvurup akıl alınabilir. Bu ilişki içerisinde temel olarak gördüğünüz en önemli sorun nedir? İletişim eksikliği. Soru sormakla sorgulamayı karıştırıyoruz. Çocukları dinlemiyoruz. Oysa ki ilişkilerde dinlemek çok önemli. Çocuğun hangi ihtiyaçlarının giderilip hangisinin giderilmediğine bakmıyoruz. Ne oldu da bu sonuç alındı? Soran çok az. Veliler, ergen ya da çocuk hangi yaşta olursa olsun "notları düşük ya da kendi beklentilerine göre gelmedi" diye direk tepki vermek yerine öfkelerini dizginlemeli ve sonra çocukla iletişime geçmeliler. Ardından çocuğunu karşısına alıp sorumluluğu ikiye ayırmalılar. Yarısını da kendileri üstlenmeliler. Demelidirler ki "gel bakalım bu dönemi değerlendirelim seninle, bir dönem nasıl geçti?" Böylece çocuktan beklenen davranış nedir? Veli, sakin olursa karşı taraf da savunmaya geçmeden kendini değerlendirebilir. Çocuklar eksiklerini daha rahat görürler. Savunmaya geçen çocuk, doğru bir değerlendirme yapamaz. Hatalarını göremez. O da suçlayacak birilerini arar. Aynı masaya oturup, sakin kalınırsa çocuğun sorunu bulmasını sağlarız ve gelecek için daha başarılı sonuçlar alırız. Unutulmamalıdır ki öğrenmenin en kalıcısı, deneyimlerle öğrenilendir. SEVGİ DOZU İYİ AYARLANMALI Biz çok talimat veren ebeveynleriz diye düşünüyorum Hem de nasıl. Biz ya genelde talimat veririz ya da sürekli kusurlarını söyleriz. "Sen şunları yapmadın, sonuç böyle oldu" diye suçlayıcı bir dille çocuğa daha da kendisini yetersiz hissettiririz. Oysa ki ona "sen bu sonucu nasıl buluyorsun, sen ne düşünüyorsun" diye sorunu ve çözümünü buldurmaya, motivasyonunu yüksek tutmaya yönelik yaklaşırsak, ikinci dönem için çocuğun motivasyonunu çok güçlendiririz. Şu hususta benim çok önem verdiğim bir nokta; genellikle yüksek not aldıklarında çocuğu sevip pof poflarız. Değerli kılarız. Sonra notları düştü diye sevgiyi azaltır, bu durumu bir şarta bağlarız bilinçli veya bilinçsiz. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Oysa ki çocuğa ya da gence hangi yaşta olursa olsun ben seni aldığın notlardan bağımsız olarak seviyorum, diye açıklamak lazım. Verilmesi gereken mesaj "gelecekte benim seninle ilgili kaygılarım var, şöyle bir durumla karşılaşmanı istemiyorum" olmalıdır. ÇOCUKLARIN MUTLULUĞU ÖNEMLİ Başarı kelimesi her daim hayatımızda galiba? Buna karşılık dikkat ettiniz mi mutluluk kelimesi çok kullanılmaz bizde. Yani mutlu mu diye düşünmek yerine daha çok başarılı olmak, yarışmak vardır. "Ayşe'nin çocuğu şunu almış, aslında senin zeka kapasiten daha yüksek" diye güya iyi bir şey söylüyormuş gibi orada bile çocuğu yarışa iteriz. Oysa ki büyürken onu etrafla değil de, kendisiyle yarışmasını öğretsek çok daha iyi. "Geçen sene şunları yapmakta zorlanıyordun, bu dönemde neleri daha iyi yapıyorsun, bu sene kendini nasıl hissediyorsun" diye ona kendini değerlendirtebilmeyi öğretmek, kendini tanımasını, becerilerini tanımasını sağlamak çok daha doğru. Son olarak karne öncesi ailelere vereceğiniz mesaj nedir? Çocuklarıyla nitelikli zaman geçirmelerini önemsiyoruz. Ellerine para verip bir yerlere göndermekle bitmiyor iş. Birlikte yürüyüşte, sinemada, parkta güzel vakit ve paylaşımcı, kaliteli vakit geçirilmeli, sohbet etmeli çocukla... Eskiden televizyon girerdi aile ile çocuk arasına, şimdi bir de internet var iletişimi engelleyici. O zaman aile olmak, aynı çatı altında yaşamak halini alıyor. Aile fertleri birbirlerinin hava durumlarından haberdar olmalıdır, duygusal bir bağ olmalıdır aralarında. Bu çok içli dışlı olmak demek değildir. Elbette çocuğun da kendi mahremi olacaktır, buna saygı duyulmalıdır. Ailede sorumluluklar paylaşılmalı ve herkes sınırlarını bilmelidir. Ama dozunu kaçırmadan sürekli iletişim halinde olmalıyız. Çocuklarla karşılıklı konuşarak problemler birlikte çözülmelidir Ebeveynler kendileri adına neye dikkat etmeliler? Gördüğüm kadarıyla çocuklarına kendilerini de değerlendirtmekten çekiniyorlar. "Beni nasıl buldun, sana yardımcı olabildim mi, bir katkım oldu mu" diyemiyorlar. Şu mesaj önemli "biz bazı konularda birbirimizden ayrı düşünebiliriz, ama bunu oturup konuşabiliriz". Negatif duyguları konuşmaktan korkuyoruz. Bu durum otorite kaygısı olarak görülmemeli. Sonuç değişmese bile duygularını dile getirebilmelidir. Bakalım sizin isteklerinizi çocuğunuz istiyor mu? Doğru olanın çocuğu da mutlu etmesi gerekir. Ebeveyn bazen çocuğuna yakın bazen uzakta durmasını bilebilmelidir. Aileyi anne, baba ve çocuklardan oluşan bir daireyle tanımlarsak ne birbirinin içine girmiş ne de daireler birbirinden bağımsız olmalıdır. Kesişim noktaları ve kendi özel alanları olmalıdır ilişkilerin. Bazen de veli çok çocuk odaklı davranır, sen ne istersen o olsun, deyince de dengeler bozuluyor. Çocuk başı boş hisseder kendini. Yol yordam göstermek de lazım, aksi halde kaldıramayacağı bir yük verilmiş oluyor çocuğa. Şu da bilinmelidir. Her şeyin kontrolü bizim elimizde değildir. Her şeyi kontrol etmeye çalışırsak bir şeyleri kontrol edemediğimizde paniğe kapılırız. Birey kontrolcü yapıya sahipse gerilir. Çünkü hayatın bütününde böyle bir şey yok. Bir kişinin kontrol alanının sınırları vardır. İstesek de istemesek de sınırlarımız bir yere kadardır. Ergenle baş etmek bu nedenle zordur. Ebeveyn çocuğu küçükken kontrol edebiliyor ama büyüdükçe ergen buna izin vermiyor. Ergenlik güç bende diyor ve savaş başlıyor, aile kontrolü vermek istemiyor, genç kendi elinde tutmak istiyor. EBEVEYNLER ÇOCUKLARIYLA KESİŞEN DAİRELER GİBİ OLMAL I Ankara ve Marmara Üniversitelerinde uzman psikolog olarak uzun süre çalışan ve bugün Royal Danışmanlık'ta ergen ve yetişkin danışmanı olarak görevini sürdüren İlkten Çetin, çizdiği dairelerle konuyu izah ederken, "Anne-baba ve çocuk ilişkisi ayrı ayrı daireler ya da iç içe geçmiş daireler gibi değil, birbiriyle belirli noktalarda kesişen daireler gibi olmalıdır" ifadesini kullandı.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.