Kendinizi keşfedin!

A -
A +

Ali sınıfımızın en parlak öğrencisiydi. Özellikle sayısal derslerde neredeyse hepimiz onunla aynı sırada oturmak için can atardık. Bilirdik ki imtihanlarda az da olsa bize bir faydası olacak. Herkes onun IQ'sunun çok yüksek olduğundan bahseder, öğretmenler bile zekâsına hayran kalırdı. Dereceyle üniversiteyi bitirdi. Ancak iş hayatı, hiç de öğrencilik yılları kadar kolay geçmedi, peki ama neden?" Zaman zaman bu tip örneklere hepimiz rastlarız. En önemli imtihanları rakip tanımadan geçen, en zor matematik sorularını bir çırpıda çözen, bulmacalara kıvrak cevaplar yetiştiren bu insanlara bazen ne oluyor da ilişkilerinde zorlanıyor, mutsuz oluyor ve kendilerinden zekaca daha düşük kişilerin altında kalıp mutlu olamıyorlar? Hayat imtihanında -ki gerçek imtihan budur- ne oluyor da sınıfta kalıyorlar? Böyle durumlarda zekânın önünde giden ve onu zorlayan şey nedir? Yıllarca zeka dendiğinde akla; hafıza, anlama, kavrama, çözme gibi verilere dayalı ölçülebilen zihinsel süreçler gelirdi. Ancak yüksek düşünsel zekaya sahip, çabuk kavrayıp öğrenen, yukarıdaki örneğimizde olduğu gibi birçok kişinin gerek iş, gerekse de sosyal hayatlarında başarısız olduklarının gözlenmesine rağmen, ortalama bir zeka ile iş ve sosyal hayatında başarılı kişilerin olması bu işin içinde başka bir gerçeğin olduğu düşüncesini geliştirdi. Ve bakın sonrasında bu konuya nasıl bir cevap geldi? Akılla duygunun uyumu "Duygusal zeka"... Yani IQ ile EQ'nun biraraya gelerek, akılla duygunun uyumunu ortaya koyması. "Duygusal zeka da nedir? Bir insanın kafası ne kadar çalışıyorsa, problemleri ne kadar çabuk çözüyorsa, zekası da o kadardır" diyebilirsiniz. Ancak işin inceliği işte burada yatıyor. İnsanoğlunun en önemli özelliği, duygularının olması ve yaşantısını duyguları ile yoğurup hayata geçirmesidir. Bir matematik problemi çözer gibi yaşayamayacağımıza göre, farklı durumlara, farklı tepkiler verebilmemiz ve kendimiz için en iyi sonuca ulaşabilmemiz, tamamen duygularımızı kontrol altına almamız ve nerede nasıl davranacağımızı kestirebilmemiz ile yakından alâkalıdır. İşte; kendimizle, başkalarıyla ve çevreyle barışık olmayı, karşımızdakilerin ne hissettiğini anlayabilmeyi, zorluklarla başa çıkabilmeyi, umut beslemeyi, amaçlarımızı gerçekleştirecek enerjiyi sağlamamızı kolaylaştıran ve kaynağı kendi içimizde olan bu gücü "Duygusal zekâ" olarak tanımlayabiliriz. İnsanların ortak özelliği Uzmanlar yaptıkları çalışmalarla duygusal zekânın, uyum sağlama ve başarı açısından önem taşıdığını göstermişlerdir. Zihinsel zeka, hayatın getirebileceği değişikliklere veya sürprizlere hazırlıklı olmayı tek başına sağlamamaktadır. Burada en önemli iş duygusal zekamıza düşmekte ve başarımız bu zekayı kullanabilme kabiliyetimiz nispetinde azalıp çoğalmaktadır. 1940'lı yıllarda Harvard Üniversitesi'de 95 öğrenci üzerinde bir araştırma yapılmış ve bunlar orta yaşa gelinciye kadar takip edilmiş. Sonuçta görülmüş ki okul sıralarında başarılı olan kişilerin kariyer, ücret, performans olarak başarısı, okul yıllarında daha geriden gelen öğrencilerin çok üstünde değil. Tam tersi, dersleri daha zayıf, ancak ilişkileri kuvvetli olan öğrenciler, sosyal hayatlarında da iş ve aile hayatlarında da daha başarılılar. Peki bu duygusal zeka hepimizde var mı? Geliştirilebilir mi? Nasıl ortaya çıkarabiliriz? Ekvatordan kutuplara kadar bütün insanların ortak özelliğidir duygu yüklü olmak. Herkes kızar, korkar, şaşırır. Farklı olan; bu duygularımızı nasıl ortaya koyduğumuz veya kontrol edip edemediğimizdir. Dolayısıyla duygusal zekânın geliştirilebilirliği de buradan gelmektedir. Duygusal zekanızı kullanın Bakın ünlü Psikolog Prof. Salovey duygusal zekamızı harekete geçirecek temel kriterleri nasıl sıralıyor. Siz de bu özelliklerin ne kadarını taşıyorsunuz dikkat edin ve duygusal zekanızı geliştirerek, sorunların üstesinden gelin: Bir duygu oluşurken fark edebilme: Bu, duygusal zekanın temelidir. Bu becerinin geliştirilmesi, kişinin duygularından haberdarlığıyla, kendine saygısı ve güveniyle yakından ilgilidir. Burada gerçek duygularımızı isteklerimizi fark edebilmek vardır. Duygularını tanıyan kişiler hayatlarını daha iyi idare ederler, kiminle evleneceğinden hangi işe gireceğine kadar kişisel karar gerektiren konularda ne düşündüklerinden çok daha emindirler. Duyguları idare edebilmek: Bize sıkıntı veren duygularımızı kontrol altına alabilmektir. Güzel duyguların yanısıra kaygı, öfke, karamsarlık, alınganlık gibi duygularımızın da olacağını bilerek olumsuz duygularla güçlü bir şekilde mücadele edebilmek gerekmektedir. Bu yeteneği zayıf olan kişiler sürekli huzursuzlukla mücadele ederken, kuvvetli olanlar ise hayatın tatsız sürprizleri ve terslikleriyle karşılaştıktan sonra kendilerini daha kolay toplarlar. Kendini harekete geçirmek: Kişinin kendini motive edebilmesi ve enerjisini daima iyiden olumludan yana kullanmasıdır. Bu süreç tıkanıp kalmadan sürekli hareketliliği içerir. Empati yapmak: Başkalarının duygularını ve endişelerini anlayıp onların bakış açısından bakmak, insanların görüşleri arasındaki farklılıklara değer vermek. Empatik kişiler başkalarının neye ihtiyacı olduğunu, ne istediğini gösteren belli belirsiz sosyal sinyallere karşı daha duyarlıdır. Bu da onları insan ilişkilerini içeren öğretmenlik, idarecilik, bankacılık, satıcılık, gibi mesleklerde özellikle başarılı kılar. İlişkileri yürütebilmek: İlişki sanatı büyük ölçüde başkalarının duygularını idare edebilmek becerisidir. Kişinin yakın çevresi ve sosyal dünyayla empati ve sosyal sorumluluk anlayışı içinde ilişki kurmasını sağlar. Bu becerilerini çok geliştirmiş kişiler, insanlarla sürtüşmesiz bir etkileşim sürdürmeye dayalı her alanda başarılı olurlar ve parlak bir sosyal hayat sürdürürler. Dr. Daniel Goleman'a göre, insanlar yetenekleri açısından farklılık gösterirler, örneğin bazılarımız kolaylıkla kendi kaygılarını yatıştırabilirken, başkalarını yatıştırabilme konusunda oldukça beceriksiz olabilir. Yetenek düzeyimizin temelinde hiç şüphesiz sinir sistemimiz bulunur ancak, beyin sürekli öğrenen olağanüstü bir organdır. Duygusal becerilerdeki aksaklıklar telefi edilebilir. Eğitim sadece diploma değildir! Geçenlerde benden yaşça büyük bir tanıdığımla kalabalık bir kaldırımda yürüyorduk. Biraz acelemiz vardı. Kalabalığın içinde kimseyi rahatsız etmeden hızla ilerlemeye çalışıyorduk; fakat yanyana yürüdükleri için yolu kapayan beş, altı kişilik bir grup ilerlememize engel oluyordu. Kendilerinden "affedersiniz" diye izin istediğimizde belki de toplumumuzun şu an içinde bulunduğu hali anlatan veciz (!) bir cevap aldık: "Aceleniz varsa taksi tutun" Taksi tutmadık ama oradan hızla uzaklaştık. Yolda bu konuyu konuştuk. Eskiden "Yurttaşlık Bilgisi" diye bir ders vardı. Şimdilerde adı "Vatandaşlık ve İnsan Hakları Bilgisi" oldu galiba. Bu dersi okuduğum yıllardan aklımda kalmış: Bize, "kaldırımda kalabalık halde yanyana yürünmez" diye öğretilmişti. Tanıdığım bir ara şöyle dedi: "Ben bunu okuduğumda İstanbul bu kadar kalabalık değildi. İnsanlar toplum hayatının kurallarına daha saygılıydı. Derslerde neyin doğru neyin yalnış olduğunu öğrenir ona göre haraket etmeye çalışırdık. Bize "toplu taşım araçlarında yüksek sesle konuşulmayacağı, evimizde televizyonun veya müzik setinin sesinin çok açılmayacağı, belli bir saatten sonra, değil evimizde sokakta bile bağırılmayacağı, otobüste büyüklere yer verilmesi gerektiği öğretilirdi. Yıllar geçti. Ülkemizde okullaşma oranı arttı. Sokaktaki insanın eğitim seviyesi yükseldi. İlköğretim (8 yıl) mecburi hale geldi, ama insanı değiştirme süreci olan eğitimin tornasından geçen insanlarımız incelmedi. Şimdilerde bu gibi hususlara dikkat eden insanların sayısı azaldı. Bir arkadaşım; otobüs, dolmuş veya servis aracına binmeden önce son ana kadar sigaralarını içip tam binerken izmaritini yere atan, son nefesini de aracın içine üfleyen insanlardan şikayet ediyordu. Hatta diyordu "benim servisime binen kişilerin yüksek lisansları, doktoraları var. Bu insanlar öğrenci yetiştiriyor. Çok üzülüyorum." Maalesef, artık yanlışları farkına varmadan yapıyoruz. Yanlışlar dünyamızdaki kavramlar değişti. En acı olanı da; bazılarımız o kadar habersiz ki, ikazları boş gözlerle sanki Çince'ymiş gibi dinliyorlar. Başka örnekler de var. Eşim anlatıyor: Bir arkadaşı ile maça gitmiş. Stadyumda bir şeyler yemişler. Arkadaşı geriye kalan kağıtları dikkatle bir poşetin içine koymuş. Yere atmamış. Oysa yerler çöp doluymuş. Arkadaşı poşeti maçın sonuna kadar muhafaza etmiş ve çıkışta çöpe atmış. Yani "ne olacak, zaten her yer çöp kutusu gibi boşver" dememiş. Kirliliği artırmamış. Bizler de zaten var olan kabalığın, kirliliğin rüzgârına kapılmayalım. Durduramasak da kenara çekilelim. Belki geçenlere ışık oluruz. "Bir çiçekle bahar gelmez" ama bazen o bir çiçek baharın habercisi olur. Sevgiyle kalın... Okuyucu mektubu Sınav merkezimi değiştirebilir miyim? İzmir'den yazan okuyucumuz Şeyda Gün, ÖSS'ye başvuru yaptıktan sonra Eskişehir'den İzmir'e taşındıklarını dile getirerek sınav merkezini değiştirip, değiştiremeyeceğini bize soruyor. Bildiğim kadarıyla ÖSS salon atamaları genellikle Mart ayı içinde yapılıyor ve atama işlemleri öncesinde gelen, "sınav merkezi değişikliği" istekleri işleme alınabiliyor. İşlemler yapıldıktan sonra değişiklik talepleri karşılanamıyor ve siz ilk başvuru yaptığınız yerde sınava giriyorsunuz. Mart ayı içerisindeyiz. Hızla ÖSYM ile yazışın. Belki değişiklik yapma fırsatını yakalarsınız. Yazışma Adresi: ÖSYM Karyağdı Sk. No: 28, 06538 Aşağıayrancı/ Ankara Tel : 0 312 298 80 00 (45 Hat) Fax : 0312 266 46 74

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.