Trabzonspor için İnter ve Lille maçları ya tamam ya devam niteliğinde... İnter karşısında alınacak kötü bir sonuç, Şampiyonlar Lig'ni çok zora sokacağı gibi, UEFA Avrupa Ligi de tehlikeye girmiş olacak. Şampiyonlar Ligi'ne devam etmek, iki maçta alınacak 4 puana bağlı.
Çünkü grupta ikincilikte en büyük rakip CSKA, aynı puana sahip ancak ikili averaja göre Trabzonspor'un üzerinde. Yani Trabzonspor, Rus takımını puanla geçmek zorunda. Avrupa Ligi'nde ise rakibi Lille'in halen 2 puanı bulunuyor. Trabzonspor, Fransız takımı karşısına 3 puan önde çıkarsa 1 puan yetiyor. Yenilgi halinde Lille, ikili averajle Avrupa Ligi'ne gider. Trabzonspor bu durumda grupta sonuncu olarak elenir.
İşte, neresinden bakarsanız bakın, Trabzonspor'un iki maçı da ateşten gömlek. En büyük avantajı ise, baştan beri söylediğim gibi Avrupa'da ligden çok başka bir ruhla mücadele etmesi. Bu maçlarda yine gözler Burak'ın üzerinde olacak. Genç futbolcunun ateşleyeceği Trabzonspor, baştan beri söylediğim gibi bu gruptan sıyrılıp çıkacak ve Türkiye'nin gururu olacaktır.
Avcı, enkaz devraldı
Hırvatistan maçları, futbolumuzun içler acısı halinin göstergesidir. Avrupa'ya gidemeyişimizin yanında futbolumuzun bir çöküş içinde olduğu gün gibi ortaya çıktı. İkinci karşılaşmada alınan beraberlik, yaralarımızı biraz olsun sardı o kadar... Ancak bu tür maçları iki 90 dakika olarak düşünürsek, ortada bir başarının olmadığını görürüz.
İkinci maçta özlemini duyduğumuz mücadeleyi ortaya koyduk. Bunun nedeni, milli takımın forma özlemi duyan oyunculardan kurulu olmasıydı. İkinci maçta 8 yeni futbolcu forma giydi. Bunlar prim için değil forma için oynadı. Ay-yıldızlı forma bu futbolcuları kamçılayan ikinci faktördü. Futbolcularımız manevi güçlerini, bu maça özel olarak giydikleri o eski ve klasik ay-yıldızlı formadan aldıklarına inanıyorum.
Futbolumuzun gerileyişinin en büyük nedeni, yabancı hayranlığı! Bu sözlerim hem hoca, hem de futbolcu için geçerli. Son örnek ortada... Hiddink'le boşuna geçen yıllar yüzünden futbolumuz ileri gideceği yerde dibe vurmuştur. Hollandalı hoca, Türkiye'yi yalnızca parasal açıdan tercih etmiştir. Verilen para da şöyle böyle değil, yaklaşık 14 milyon euro. Bunun karşılığı ise elde var sıfır! Takım kadrosuna bakıyorsunuz, sanki Brezilya (!)... Takımda futbolcu kadar Hiddink'in yönetici kadrosu var! Hollandalı teknik adamın dosyası Fenerbahçe'den malum! Fenerbahçe'den kovulduktan sonra milli takımda da aynı akibete uğradı!
Bir de milli takıma verilen primler var. Aslında milli formayı giymek zaten o futbolcu için prim! Başarısı olmayan bir milli takım oyuncularına verilen primlerle yeni bir Van şehri inşa edilirdi! Bence futbolcular aldıkları primleri iade etmeli, çünkü ortada hiç bir başarı yok.
Şimdi yeniden sil baştan yapıyoruz. Bir Türk hoca Abdullah Avcı'yla. Bizim kurtuluşumuz yine kendimizle olur! Yeter ki Abdullah Avcı'ya inanalım. Avcı, kendisini hem kulüplerde hem de milli takımlarda ispatlamış pırıl pırıl bir teknik adamımız. Önümüzde 2014 Dünya Kupası var. Başarılı olmak için öncelikle herkes kendi işine bakacak ve en önemlisi Abdullah Avcı'yı rahat bırakacak!
Erol Togay'dan haberiniz var mı?
Futbol nankör bir meslek! Geriye baktığın zaman kimler gelmiş kimler geçmiş bu sektörün içinden... Kimi ayakta kalmış, futboldan kazandıklarıyla hayatın tadını çıkarıyor. Bazıları ise futbolun nankörlüğüne uğramış, adı sanı anılmaz olmuş. Bir köşeye atılmış, unutulmanın ötesinde terkedilmiş...
Fenerbahçe'nin bir zamanlar yağız delikanlısı Erol Togay da bunlardan biri. Togay, bir huzur evinde terkedilmiş, ne arayını ne de soranı var. Oysa ki bir zamanlar, Erol Togay'ın şöhretinden ve kariyerinden nemalananlar, şimdi Togay'ın telefonuna bile çıkmıyor. Hatta onu rencide etme küstahlığında bulunuyor. Erol Togay benim üniversiteden arkadaşım. 40 yıllık bir dostluğumuz var. Cömert, esprili ve hayat dolu bir insan. Ama o hastalık, bu güzel insanın hasletlerini alıp götürmüş! Togay, artık espri yapmıyor, çünkü hayata küsmüş! Şimdilerde canım arkadaşım, "El Ele Huzur Evi"nde, ordaki kader arkadaşlarıyla birlikte yaşıyor; daha doğrusu yaşamaya çalışıyor! Bu huzur evi beş yıldızlı otelden farksız. Çalışanları, yalnız Erol'a değil ordaki bütün hastalara anne, baba şevkati ile yaklaşıyor ve en iyi hizmeti sunuyor.
Erol Togay'a bir soruyorum bin dinliyorum!
"Bugün bana, yarın hepimize. Ne oldum değil ne olacağım demeli insan... Her şeye rağmen bu durumuma da şükrediyorum. Beni en çok üzen, unutulmak."
Bu sözlerden sonra gözleri doluyor. Aynı durumu ben de yaşıyorum ama ona göstermemeye çalışıyorum.
Korkmayın, Erol Togay kimseden bir şey istemiyor; "Vefa"dan başka...