Kimlikler çatışması!

A -
A +

Gerçek anlamda devletleşemeyen siyasi toplulukların en büyük sıkıntısı ortak grup kimliklerinin etnik, dinsel, kabilesel ve mezhepsel bir kalıp içerisinde şekillenmesidir. İnsanlar bir devletin vatandaşı olmak yerine bir alt grubun üyesidirler ve o grubu diğerlerinden keskin bir hatla ayrıştıran özellikler mevcuttur. Diğerinden farklılığın ana yapıştırıcı hâline geldiği bu tür siyasal yapılarda devlet mekanizması da modern çağlardaki formuna yani çatı kimliğine bürünmektense, egemen grubun diğerlerinden korunmasını sağlayan bir mekanizmaya dönüşür. Egemen grubun çoğunlukta olması da gerekmez. Suriye'deki, Bahreyn'deki ya da Saddam dönemi Irak'taki gibi azınlığın hükümranlığı da mümkündür. 

Kendilerini bir devletin vatandaşı olmak yerine bir mezhebin, bir dinin, bir etnik grubun ya da bir kabilenin üyesi olarak tanımlayan grupların olduğu bir ortamda devlet mekanizmasının asli işlevini görmesi de mümkün değildir. Devlet milletin tamamlayıcı parçası ve uzantısı olduğu müddetçe gerçek temsil hüviyetine kavuşur. Modern devlet oluşumlarında devlet-millet/ulus ilişkisi iki taraflı bir etkileşim halinde şekillenmiştir. Ulusların devletlerini kurması kadar, devletlerin kendi uluslarını kurgulaması da söz konusudur. Özellikle 20. yüzyıl boyunca hakim eğilim devlet mekanizmasının kendi vatandaşlarını birbirine benzetmeye çalışmasıdır. Homojenite, idareyi kolaylaştıran bir unsur olarak görülmüş ve eğitim öğretim süreçleri araçsallaştırılarak, ideolojik olarak yapılandırılmıştır.
Modern Türk kimliğinin siyasal bir proje olarak şekillendirilmesi de, dünyadaki eğilimlere paralel bir yaklaşımdır. Tek tip bir ulusun inşası adına alt kimlikler eritilmiş, bireysel haklar, özgürlükler ve talepler baskı altına alınmıştır. Bu devletin bekası adına bir zorunluluk olarak algılanmıştır.
21. Yüzyılın dinamikleri bir önceki yüzyıldan farklı olarak şekillendiğinden, bir önceki dönemin kalıplarının yıkıldığı bir zaman dilimindeyiz. Tek tipleşmeye karşı büyük bir reaksiyon var ve devlet mekanizmaları buna karşı pozisyon almak, bireysel ve grupsal hakları tanımak durumunda kalıyorlar. Lakin burada önemli bir açmaz var. Alt kimliklerin özgürlükler kapsamında ortaya dökülmesi bir yandan devletin tek tipleştirici baskısını kırıyor ama diğer yandan da farklılıkları belirgin hale getirerek komşuyu, arkadaşı, akrabayı, meslektaşı, dostu ötekileştiriyor. Hatta düşman hale getiriyor.
Şurası kesin ki, grup dinamikleri de insanları en az devletin baskıcı ulusal eritme potası kadar sert eritiyor. İnsanı insan olmaktan çıkarıp bir grubun kalıbına döküyor. Ve bir yandan da bu yeni kurgu üzerinden kendi egemenlerini üretiyor.
Şimdilerde kurtulduğumuz her yeni zincirin yerini yenilerinin aldığını görmek mümkün. Vaktiyle tek tipleştirilmiş bir ulusun parçası olarak en doğal renklerimizi yansıtmamıza engel olanlara kızıyorduk. Varlığımızı neye, kime armağan edeceğimize biz karar verelim diyorduk. Diyorduk da, ceberutlukta devletin yerini alt kimliklerin efendisi derebeylerinin almasını ve bize yeni prangalar takmasını hedeflemiyorduk.
Modern düzeni beğenmeyip modern sonrasının sınırlarını zorlayalım derken modern öncesinin kabile modellerine geçiş ihtimalini de hesaba katmak gerekiyor. Şöyle bir bakın etrafınıza herkesin kendisini mezhebiyle, etnisitesiyle, aşiretiyle, kökeniyle tanımladığı bir ortamdayız. Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin onurlu ve eşit vatandaşları olarak farklılıklarımızla bir arada yaşamayı hayal etmeliyiz. Bizi birleştiren değerlerin öncülüğü yerine ayrıştıranlara odaklanmaya başlamamız, tarihe karışmamız anlamına gelebilir. Anayasamızca garanti altına alınan eşit vatandaşlık temelli bütünlüğümüzü, taze derebeylerin egemenlik ihtiraslarına kurban etmeyelim.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.