Seçimler ile Dinî Hayatımızda Bazı Benzerlik ve Farklılıklar

A -
A +
Türkiye’miz, demokratik ülkeler içinde yer almaktadır. Eğer bir ülkede seçimler yapılabiliyor, kişi istediği yere seyahat edebiliyor, özel mülkiyethakkı gibi insan haklarını kullanabiliyorlarsa, bugünkü dünya ölçeği çerçevesinde o ülkede demokrasi var demektir.
 
Ülkemizdeki kanunlar, insan aklının ürünü olup seküler temellidir. Fakat insan, dünyanın hiçbir yerinde çağlar boyunca seküler/laik olmamıştır ve olamaz da.
 
Çünkü doğru-yanlış onun mutlaka bir inancı vardır.
 
İnançsızlık/ateizm de bir inançtır. Ancak İslam’a göre bâtıldır. Müslüman, yüce Allah’a, Kur’an’a, Peygamberine ve onun getirdiği, tebliğ ettiği bütün vahye, İslam’a inanır.
 
Biz bu makalemizde, bir insanın, içinde yaşadığı toplumda karşılaştığı ve yaşadığı dünya işlerinin İslam’a göre benzer ve farklı yönlerini göstermeye çalışacağız.
 
Gündemde seçim olduğuna göre, bir seçimde kazanan ve kaybedenler olur. Kaybedenler, kazanabilmek için ümitlerini gelecek seçime bağlar.
 
Acaba Ahiret âleminde -seçimde kaybedenler için gelecek umudu olduğu gibi- geri dönüş mümkün müdür ve bunun için mazeret beyan edenler, nasıl bir cevapla karşılaşacaklardır? Bu konulara temas edilecektir.
Konuyu şu başlıklar altında ele almak mümkündür:

Seçimlerde Partiler

Konu, şu başlıklarla açıklanabilir:
 
1. Batı patentli partiler. Bunların kuruluş amacı, iktidara gelmek, mevcut ya da çıkaracakları kanunlarla devlet kurumlarını yönetmektir. Bunu yasalar çerçevesinde seçimle -bazan darbeyle- gerçekleştirirler. Bir parti seçim çalışmalarında programını ilân eder ve vaatlerini açıklar. Partilerden bu yarışta, zaman zaman yalan, iftira ve ahlâk dışı davranışlara yeltenenler olur. Toplumun yönetim şekli/rejimi ne olursa olsun, bunu sık görmek, mümkündür. Çünkü Batı’da “Makyavelist” -ahlâk dışı olsa da- “menfaatçi felsefe” hâkimdir. Bu düşünceye göre hedefe ulaştıran her şey, mubah addedilir. Vasıtanın gayri meşru olması önemli değildir.
 
Bu anlayış ve davranış biçimi, Batı’nın milletlere, özellikle İslam toplumlarına kurdukları bir tuzaktır. Bu tuzağa yakalanan parti ve taraftarlarında ya Ahiret inancı yoktur veya çok azdır. Onun için yalan ve iftirada bir sorumluluk duymazlar.
 
2. İslam toplumunda partiler. İslam ahlâkını esas alan partiler, Müslümanlara ve tüm insanlara hak, hakikat ve adaleti sunma yarışı ve hizmeti içindedirler. Çünkü İslam dininde yalan, iftira ve tezvirata dayalı particilik yoktur. Bütün Müslümanlar kardeştir (Hucurât,10). İnsanlara iyilik yapmak, önerilir. Ayet-i kerime ile tefrika/ayrıştırma (Âl-i İmrân,103) ve bâtıl yasaklanmıştır (İsrâ,81).
 
İslam toplumunda Müslümanlar, Cumhûr-ı İslam olan Dört Mezheb’in de içinde bulunduğu “Müctehid âlimler topluluğu”na bağlı hareket ederler. Bu şekilde Müslümanların dinde birliği sağlanmış olur.
 
Bu birliğin dışında kalan 72 bid’at ve dalâlet fırkası, İslam’da tefrikacı/ayrıştırıcı kabul edilir (Tirmizi, İman 18). Oryantalistler, Misyonerler ve bunların talimat ve fasit düşüncelerine kendisini kaptıran, Dinde Reformcu İlahiyatçıların tümü, Batı ve 72 fırka taraftarıdır.
 
Buna göre Cumhûr-ı İslam içinde yer alan her Müslüman, “dünyada yaptıklarının hesabını Ahiret’te verecektir” inancına sahiptir. İnsanın dünyaya geliş gayesi, Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır (Zâriyât,56). O da Allah’ı tanımak, O’nun birliğine inanmak, Peygamberinin bildirdiği şekilde Allah’a ibadet ve tâatte bulunmaktır.

Seçimlerde Vatandaşlık

Konu, şu başlıklarla açıklanabilir:
 
1. Seçimlerde kimlik. Bir seçimde oy kullanabilmek için, o ülkenin vatandaşı olmak şarttır. Yasalara göre, bu konuda âidiyet/kimlik aranır. Kimliği olan ancak vatandaşlık haklarından istifade edebilir.
 
2. İslam’da Müslüman kimliği. Bir kişinin Müslüman olması, kalben Allah’a ve Peygamber’e inanması ve bunu dili ile ikrar etmesi/söylemesiyle gerçekleşir. Muhammed aleyhisselâm’ın tebliğ ettiği İslam dininin tamamını şeksiz ve şüphesiz kalben tasdik eden bir kişi, Müslüman kimliğine kavuşmuş olur. Kimliğin yazılı olması, şart değildir. Hatta dil ile ikrar bile, toplumda dini konularda işlemlerin yürütülmesinde zahiri bir şart olarak aranır. Esas olan, kalbin tasdiki ve iman etmesidir.
 
Eğer kalp, İslam’a, Kur’an’a ve Peygamber’e inanmamışsa, o kişinin dili ile “iman”ı söylemesinin, camide ve Müslümanların arasında görünmesinin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Kur’an-ı Kerim bu kişileri, münafık olarak nitelendirir. Aslında bunlar, kâfirdirler (Tevbe,84-85; Münafikûn,1-3). Fakat toplumda Müslüman muamelesi/işlemi görürler. Cenaze namazları kılınır ve Müslüman mezarlığına gömülürler. Ancak Ahiret’te gidecekleri yer, elbette sonsuz cehennem ateşidir (Nisâ,142-145).

Kim, Neyi Seçecek?

Konu, şu başlıklarla açıklanabilir:
 
1. Dünya ölçeğinde seçim. İktidarda olan partiler, seçimlerde programları gereği, yaptıkları icraatı ve yapacaklarını; muhalefette olanlar ise daha ziyade mevcudu eleştirir ve vaatlerini açıklarlar. Seçimler sonucunda iktidaragelenler, kazanmış; iktidara gelemeyenler de kaybetmiş ve muhalefete düşmüş olurlar. Bu arada birçok aday, parlamento dışında kalır.
 
Dünyaya âit seçimlerde hedef, kişiler ve iktidar olmaktır. Bunlar da geçici ve sonludur. Hatta kaybedenlerin bir sonraki seçimlerde kazanma umutları olduğu gibi, programlarını değiştirme imkânları da vardır.
 
2. Din alanında seçim. İslam itikadına göre, kişi, inanç olarak ya “hakk”ı veya bâtılı seçecektir. İslam’da bâtıl, hakkın karşısında olan her şeydir. Hakkı tercih etmeyen otomatik olarak bâtıla düşmüş olur. “Hakk”, şüphesiz İslam dinidir (İsrâ,81/Beydâvî ve Mâturîdî).
 
1) İman ve küfür. Dünya hayatında insanın din/inanç olarak seçeceği iki seçenek/tercih vardır. Bunlardan biri, iman, diğeri küfür yoludur. İnsanı yaratan, yaşatan ve ona bütün nimetleri gönderen Rabbini tanıması (Zâriyât,56) ve O’na şükretmesi gerekir (Bakara,152). Bu da ancak O’na iman ile olur. Hakiki iman, son din İslam’ı ve onun Peygamberi Muhammed aleyhisselâm’ı kabul etmek/tasdik etmekle gerçekleşir.
 
İmanın zıddı/karşıtı, küfürdür. Müslüman olmayan bir kişi, hangi dinde olursa olsun küfürdedir.
 
2) Rehber Peygamber. Hakiki, doğru imana kavuşma, ancak Peygamber’e tâbi olmakla mümkün olur. Bir insan ne kadar akıllı ve zeki olursa olsun, Peygambersiz, hakka, hakikate ve Allah’ın razı olduğu dine ulaşamaz. Onun için İslam’da felsefe yapmaya kalkan filozoflar -İbn Sina, Farabi, İbn Rüşd, İbn Hazm gibi- Peygamberin sunduğu ve Eshâb-ı Kiram’ın naklettiği İslam’a ulaşamamışlar, daha doğrusu bu İslam’ı beğenmemişlerdir. İslam dinini -aynı Mısırlı, Pakistanlı, Hindistanlı, Fransalı, İngiltereli ve Türkiyeli Dinde Reformistler gibi- akıllarına uydurmaya ve vahyi tevile veya inkâra kalkmışlardır. Kısaca İslam ümmetinin Müctehidlerinin açıkladıkları İslam’ı reddetmişlerdir.
 
Dinde Reformistler, Cumhûr-ı İslam’ın Müctehidlerine değil, kendi müctehidlerine(!) tâbi olur ve onları üstad kabul ederler. Bunlar arasında dünyaca meşhur ve sicilli mason ve mürtedler olduğu gibi, misyoner oryantalist, Vehhâbî/Selefî ve Amerikan ajanı FETÖ elemanları da vardır.
 
3) Mezhep imamları. Cumhûr-ı Müslimîn, Eshâb-ı Kiram’ın naklettiği İslam’a bağlı Dört Mezhep İmamı ve bunlara uyan bütün Müctehidleri dinde rehber kabul ederler. 72 bid’at ve dalâlet fırkasından hiçbirinde -İslam dininin esaslarına göre- müctehid çıkmamıştır. Bu fırkaların âlimleri vardır. Fakat bu âlimler arasında müctehid bulunmamaktadır. Kaderi inkâr eden, “Allah, her şeyi bilmez” diyen, âlemi/kâinatı ezelî kabul eden, sahâbîlere söven biri, ne kadar ilim sahibi olursa olsun, müctehid addedilmez, Müslümanların rehberi olamaz. Kaldı ki, mason ve mürted, müctehid olabilsin!
 
4) Müslüman taraflıdır. Müslüman, Resûlüllah’ın tebliğ ettiği dinden yanadır (Mücadele,22).  Bu bakımdan, taraflıdır. Bunu “âdil davranmaz” şeklinde anlamamak lâzımdır. İslam’ın ve Müslümanın en önemli özelliklerinden biri, adaleti emretmesi (Nahl,90) ve âdil olmasıdır (Buhârî, Ezân 36). Din/iman bakımından tarafsızlık düşünülemez. “İslam’da itikad yönünden ben tarafsızım” diyen, Müslüman değildir, kâfirdir. Bir kalpte hem iman hem küfür, bir anda olmaz. İmanlı olan kâfir değildir; kâfir olan da Mü’min değildir.
 
Bu bakımdan Ehl-i Kitab’a cennette yer ayıran İlahiyatçı, Diyanetçi ve FETÖbağımlısı, bu ölçüler çerçevesinde ya Mü’mindir veya kâfirdir. Çünkü, İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi beşerîleştirilmiş bir din değildir. Papaz, istediğini, cennete, istemediğini cehenneme gönderebilir! Fakat yukarıdaki hükümlerin hepsi, âyet, hadis ve müctehidlerin fetvalarına dayanmaktadır.

Seçimlerde Kampanyalar

Konu, şu başlıklarla açıklanabilir:
 
1. Seçimlerde propaganda. Siyasi partiler, programlarını ve hedeflerini açıklamak ve kitlelere duyurmak için meydanlara inerler. Mitingler tertip ederler. Çeşitli salon toplantılarıyla propaganda yaparlar. Propaganda ile doğru da söylenir, yanlış da. Önemli olan kitleleri etkilemektir.
 
2. İslam’da da’vet. Müslüman, her şeyden önce doğru ve dürüst olarak, başkalarına yardım ederek, âdil davranarak, kimseye zarar vermeden hak olan İslam’ı temsil eder (Âl-i İmrân,19). Onun bu şekildeki davranışı ve temsili, İslam’a bir da’vettir, bir çağrıdır. Ancak ilim erbabı, cihad yaparak, İslam dinini geniş insan topluluklarına ulaştırırlar.
 
1) Fikrî ve fiilî cihad. Âlimler, kitap, risale ve fetvalarıyla İslam’ı anlatırlar ve yayarlar. Tefsir, hadis, akâid, fıkıh, siyer, ahlâk ve tasavvuf alanında yazılan bütün kitaplar, ilmî cihad örnekleridir. Her âlim, bu çalışmalarıyla niyetine göre karşılık/sevap alır.
 
Fiilî cihad/savaş, İslam toplumunda -halife, padişah, hakan, hükümdar, devlet başkanı gibi- emîrin komutasında veya talimatıyla yapılır. Hiçbir Müslüman kendiliğinden fiilî cihad yapamaz. Bu, Haricîler’in işidir ve fitne çıkarmak olur.
 
2) Cami, vaaz ve ezan. Cami ve mescidler, halka açık İslam’ın öğretildiği ve yayıldığı yerlerdir. Vaaz ve hutbelerle, İslam konusunda cemâat aydınlatılır. Buna göre temizlik başta olmak üzere doğruluk, dürüstlük, çalışma, adalet, ana ve babaya itâat, fakir ve kimsesizlere yardım, ibadet ve tâate devam, faiz, içki gibi haramlardan uzak durma, âhiret ve ölümü hatırlama, manevî ve millî değerlere saygı gibi dinî, ahlâkî ve sosyal konular işlenir.
Ezan ile günde beş kere, Müslümanlara ve diğer insanlara, İslam ve Ahiret hatırlatılır. Cami ve minareler, İslam dinini ve namazı hatırlatan mübarek sembol yapılardır.

Seçimlerde Sonuç

Konu, şu başlıklarla açıklanabilir:
 
1. Hedef iktidara gelmek. Teoride partilerin kuruluş amacı, iktidara gelmek ve ülkeyi/devleti yönetmektir. Fakat her parti bu amacı taşımaz. Bununla beraber esas gaye ve hedef, iktidarı sağlamaktır. Bu yarışta hâliyle kazananlar ve kaybedenler olur. Kaybedenlerin tekrar veya bir sonraki seçime girme şansları ve imkânları vardır.
 
Ülkemizde 28 Mayıs 2023’te ilk defa uygulanacak 2. tur seçim, buna bir örnektir.
 
Acaba Ahiret hayatında böyle bir şans ve imkân var mıdır?
 
2. İslam’da nihaî durak. Dünya hayatı, bütün yaratılmışlar için sonludur. İnsanlar, doğuyor, yaşıyor ve sonunda ölüyorlar. Ölüm gerçeği, insan hayatını bir daha geri gelmemek, doğmamak üzere sonlandırmaktadır. Bu dünyada her şey tartışılıyor, hatta inkâr ediliyor, ama ölüm, ne tartışılıyor, ne de inkâr edilebiliyor. Nice Fir’avun ve Nemrut tabiatlı diktatörler, ölüm hakikati karşısında bir varlık gösterememiş ve ona teslim olmuşlardır.
 
İnsan ölünce, Ahiret’in ilk durağı kabir hayatı başlar. Hadis-i şerifte bildirildiği şekilde, kabir yeri, kişinin iman ve amel/ibadet ve tâat durumuna göre, ya cennet bahçelinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olur (Tirmizî, Kıyamet 26).
 
1) Cennet ve cehennem. İsrâfil aleyhisselâm’ın son Sûr’a üfürmesiyle kabirdekiler kalkar ve bir anda yüce Allah’ın huzurunda toplanırlar (Yâsîn, 53). İman ve amel bakımından hesapları görülür. Mü’min ve kâfir olanlar belirlenir. Bir nida gelir: Ey Mücrimler/kâfirler, ayrılın Mü’min kullarımdan (Yâsîn, 59).
 
Ahiret’te Mü’minler cennete, kâfirler de cehenneme götürülür. Mü’minlerden şefâate uğramayan günahkârlar, günahları nispetinde cehennemde kaldıktan sonra cennete girerler.
Böylece, Mü’minler, kazananlar; kâfirler ise, kaybedenler olur.
 
2) Ahiret’te “tekrar dünyaya gelme” talebi. Cehenneme girecekler belli olduktan sonra, ateş/cehennem kendilerine gösterilince (Şuara,91), çok pişman olurlar ve yalvarırlar. Rablerine inanmayan veya yanlış inanan kâfirler: Yâ Rabbi, ne olur, bizi tekrar dünyaya döndür, iman edelim ve salih amel işleyelim/ibâdet ve tâatte bulunalım, derler. Onlara şöyle denir:
Ayet-i kerime’de buyrulur:
 
(Kâfirlerden her biri ölüm hâlinde: “Rabbim, beni tekrar dünyaya döndür.) Belki ben bıraktığım şeyde (dünyada terk ettiğim îmana sahip olur ve) salih (rızana uygun iyi) bir iş yaparım (der.) Hayır! (Asla dünyaya geri dönüş yok!) Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir (Mü’minûn,100).
 
Eğer geri döndürülürlerse, yine onlar yasaklanan şeylere geri dönerler. (En'âm,38.)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.