Başlarken -1-

A -
A +

Bugün cuma, hayırlı bir günde başladım... Türkiye gazetesi ile 41 yıl önce tanıştım. Hem okuyucusu hem de dağıtıcısı oldum. Bugün de makale yazmaya başladım... İlkler daima heyecanlı olur. Ben de heyecanlıyım. Medya Sektöründe 31 yılımı doldurdum... Gündem içi gündem dışı perdenin önünde ya da perdenin arkasında olanları yazarak, Türkiye gazetemizin siz muhterem okuyucularının önüne bir fotoğraf gibi koymaya çalışacağız... Kolay olmadığını çok iyi biliyorum elbette. Ancak, beni teşvik eden İhlâs Holding Yönetim Kurulu Başkanı muhterem Enver Ören Abimin duası, İhlâs Yayın Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ahmet Mücahid Ören Beyin desteği sürdüğü sürece elbette başarılı olmak zorundayız... Beyni yüklü, kalemi güçlü, müktesebatı dolu dolu kalem erbabının arasında ben yazar olmadığımı ve bilmediğimi çok iyi biliyorum. Hiçbir iddiam yok. Bizi, bilenlerden değil bilmeyenlerden sayın. Bu kadar çok bilenin arasında bilmeyen bu adama da haftanın iki günü hem sabreder, ikaz eder ve de dua edersiniz. Biz bugüne kadar hep haberin içinde olduk. Haberi ve habercileri yönettik. 30 yılı aşan meslek hayatımda "görev istenmez verilir" kuralına hep uydum. Verilen görevleri en iyi şekilde yapmaya canla-başla çalıştık. Hiçbir göreve hiçbir şekilde bir talebim olmadı olamaz da. Hiç kimsenin ne yerinde ne işinde hiçbir zaman hırsımız ve gözümüz olmadı... TÜRKİYE GAZETESİ İLE TANIŞMA... 1968'de Fransa'da başlayan, Avrupa ülkeleriyle birlikte Türkiye'ye de sıçrayan öğrenci hareketleriyle birlikte, anarşi ve terör tırmandı... Semtler, mahalleler, camiler, kahvehaneler bölünmüş... Toplumsal olaylar bütün şiddetiyle sürüyor. Sokaklar kan gölüne dönmüş. Günde 15-20 kişi öldürülüyor... Fabrikalarda ve iş yerlerinde işçi direnişleri çalışma hayatını felç etmiş. Üretim durmuş... Üniversitelerde öğrenci boykot ve direnişleri eğitim ve öğretimi durdurmuş. İdeolojik çatışmalar lise ve ortaokul öğrencilerine kadar inmiş... Aileler, okuldan sağ salim gelecekler mi diye pencerelerinde yaşlı gözlerle ve korku içerisinde çocuklarını gözlediği, güneş batmadan hayatın durduğu, herkesin evine çekildiği endişeli gündüzler ve geceler... Güvenlik güçleri bölünmüş. Yargı işlemez hale gelmiş. Devlet sokağa teslim olmuş. Parlamento çözüm üretemiyor. Sokaktaki kavga, partileri de etkisi altına almış. Parti başkanlarının, bırakın el sıkmalarını yan yana bile durmaktan imtina ettikleri bir politik kavga ortamı oluşmuştu... Partiler ve parlamenterler vatandaşın hakkını, hukukunu ve huzurunu sağlama yerine, günü kurtarma derdine düşmüş... Böylesine karanlık ve umutsuz bir tablodan ne çıkar? Elbette ya muhtıra ya darbe çıkar!.. Evet... Böyle bir ortamda olanlar oluyor ve üç maddelik 12 Mart 1971 Muhtırası geliyor. Demirel Hükümeti istifa ediyor. "Benim parlamentoyu açık tutmam lazım" deyip meşhur şapkasını alıp gidiyor. Teknokratlar hükümeti kuruluyor. Sanki izafi de olsa sokaklar bir süre sakinleşiyor. Ancak daha sonra, daha da şiddetlenerek devam ediyor ve 12 Eylül 1980 darbesi geliyor. Böyle bir ortamda sağa sola savrulmaktan, teröre karışmaktan çok korkuyorum... "Bu kaostan nasıl kurtulurum" sorusunu çok soruyorum... Türkiye gazetesi ile nasıl tanıştığımı ve gazetecilik mesleğine nasıl başladığımı anlatmaya önümüzdeki pazartesi günü devam edeceğiz inşallah...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.