Başlarken -2-

A -
A +

5 Ekim Cuma günü yazımın birinci bölümü yayınlandı. Birinci bölümde 70'li yılların bir portresini çizdim. Fikrî, kalbî, ahlakî ve mesleki hiçbir ölçüye sahip olmadan bu karanlıkları nasıl aşacağım sorusu hep beynimi zonklattı ve kalbimi sızlattı durdu. Hep bir davam, bir gayem olmalı dedim durdum. Hakkı-bâtılı, ahlâkı-ahlaksızlığı, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı bana anlatacak ve yetiştirip, yönlendirecek ve yönetecek kimsem yoktu. Kalabalıklar içerisinde yalnızdım. Kontrolsüz güç hâlindeydim. Bugün ülkemizde ister hayatta ister mematta pek çok şöhreti de tanıdım. Böyle bir ahval ve şerait ortamında Türkiye gazetesi ve sahibi Muhterem Enver Ören Beyefendiyle nerede ve nasıl tanıştığımı ve bugünlere gelişimi anlatmaya devam edeceğimi belirterek yazımı noktaladım... >> İLK TANIŞMA... Anadolu Hisarı'nda bir arkadaşımı ziyarete gittim. Bir tartışmadan sonra Kamil Yener Beyle tanıştım. Kamil Bey, beni evinde iki gün misafir etti... Kamil Beyin samimiyeti, bildiklerini yaşayan, tavizsiz hâli ve tavrı, pek kabına sığmayan bana; ülkenin sağ-sol atmosferini teneffüs etmiş, Anadolu deyimiyle "Sözünü dudaktan, gözünü budaktan sakınmayan" bu adama pek tesir etti. Kamil Bey, 16 Eylül 1971 Cumartesi günü, "Seni bugün Bâb-ı Âli'ye götüreyim" dedi. Beni, annemi, babamı ve aile fertlerimden şanslı olanları Ab-ı Hayata kavuşturacak bir yürüyüştü bu. Türkiye gazetesine geldik. Mekân itibariyle mütevazı, mana itibariyle geniş ve huzur veren bir atmosfere sahip odaya aldılar. İşte karşımda görüyorum, Enver Ören Abi... 41 yıldır, hatalarıma, kusurlarıma, sabrederek, gazetecilik mesleğinde ve yöneticilikte yetiştirecek, hem meslek hem de ekmek verecek, Türkiye'nin ENVER ÖREN Abisiyle tanışıyorum. Ne güzel bir gündü. Bir saate yakın tanışma ve çay faslının nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Güler yüzü, tatlı dili, kadife gibi yumuşak sesiyle gönlümdeki kiri-pası kazıyor sanki. 70'li yılların o kapkara atmosferini huzura çevirdi. Bir saate yakın tanışma zamanının nasıl geçtiğini anlamadım. Bana "Hadi gazete sat bakalım" dediler. Bir şey anlamadım ama PEKİ dedim. İyi ki demişim. Ogün üç saat, 6 sayfalık Türkiye gazetesini; Ayasofya meydanı, Gülhane Parkı, Sirkeci Tahtakale yokuşunda bağıra bağıra sattım. Eh, sonraları boş defteri de kitap gibi sattığım olmuştur. Medya sektöründe güçlü kalemler, entelektüeller, kültür ve düşünce dünyamıza büyük katkıları olan yazarlarımız, yorumlarıyla ufuk açan birikimli düşünürlerimiz, gazetemizde ve başka medya kuruluşlarında da var. Bunların yanında kendilerini yazar-çizer sayan, hangi sebep ve saikle bulundukları konumları elde ettiklerini bilmediğim, gazeteci kimliği taşıyanlar da var elbette. Bendeniz birinci kategoride olanlara imrenirim. Yeni ve acemi olduğum için onlardan istifade etmeye çalışacağım. Meslek hayatım, dağıtıcılıkla başlayıp İzmir'de muhabirlik, haber müdürlüğü, 4 yıl Ege Gazetesi Yayın Koordinatörlüğü, 1991 yılında Türkiye Gazetesi Genel Koordinatörlüğü, Yayın Danışmalığı, Genel Yayın Müdürlüğü, TV Programcılığı, 18 yıl İHA Genel Müdürlüğü ve şimdi köşe yazarlığı gibi vazifeler, yetki ve tasarruf sahibi tarafından verildi. Bana "yazı yaz" dendi yazıyorum... Tahsis edilen bu sütunun benim olmadığını çok iyi biliyorum. Bu sütunu amacının dışında, hele şahsi şöhretim ve menfaatim için asla kullanmayacağıma söz veriyorum... Burada haftanın iki günü sizlerle beraber olup, gündemi yorumlayacağım. Hayırlı bir hafta dileklerimle...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.