Cumhuriyetimiz asrın ilk çeyreğinin sonlarına doğru, Birinci Cihan Savaşı'nın ardında, özellikle Anayurt sathında verdiğimiz Milli Mücadele yıllarından sonra kurulabildi. Bu gün yani, 29 Ekim 1923 günü Türk tarihinin çok önemli bir dönüm noktasıdır! Bu tarihten daha birkaç yıl evveline kadar büyük bir Cihan Devleti'ne sahiptik. 10 sene gibi kısa bir zaman zarfında bütün bir imparatorluğu kaybettik. Milletçe Haymana Ovası'nda sıkıştırıldık ve ölümlerden ölüm beğendirilmek üzere, yedi düvel tarafından işgal edildik. Düşmanın iştahı öylesine kabarmıştı ki, 1000 yıllık Türk yurdu olan Anadolu bile bize çok görüldü! Niyetlerini gizlemiyorlardı da; 1000 yıllık intikamlarını alacak ve Türklüğü tarih sahnesinden sileceklerdi! Asırlar önce topluca yaptıkları ve hezimetle geri döndükleri Haçlı Seferlerinin ve o gün bugündür 'efendi' diyerek boyun eğişlerinin intikamıydı bu! Yine el ele idiler; üzerimize topluca çullanıp yüklendiler. Kancıkça ve kalleşçe savaştılar; bizi arkadan ve içimizdeki Türk dışı unsurları kullanarak içeriden hançerlediler! Yemen'den Galiçya'ya, Libya'dan Kafkasya'ya değin her cephede her çeşit düşmanla savaştık. Bitap ve yenik düştük! Akbabalar gibi üzerimize çullandılar; tarihin kaydettiği biricik Cihan Devletimizi ve onun muhteşem medeniyetini yıkıp yok ettiler! Milletçe destanlık bir ölüm kalım savaşı, kurtuluş mücadelesi verdik ve sonunda; yıkılan Cihan Devletimizin külleri üzerinde yeni devletimizi genç Cumhuriyetimizi kurduk! Cumhuriyetin kurucusu ulu önder Atatürk, cumhuriyetle birlikte millete, 'muasır medeniyet'i hedef göstermiş, bunun için de bilimin öncülüğünü işaret etmişti! Cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden 16 sene henüz geçmişti ki, dünya ikinci büyük bir savaşa sahne oldu. İkinci Cihan Savaşı'na girmekten kıl payı kurtulduk. Cumhuriyetimizin 79. seneyi devriyesini idrak ettiğimiz bu günde dönüp arkaya baktığımızda; Kıbrıs Barış Harekatı'nı saymazsanız harpsiz bir süreç geçirmişiz. Ancak; fiili olarak yarım asırdır tanıştığımız demokrasimizi bu kez darbelerle kuşa çevirmeyi maharet bilmişiz! Bizim girmediğimiz 2. Cihan Savaşı sonunda yer ile yeksan olan devletlere bakıp kendimizi kıyasladığımızda, utanılacak bir halimizin olduğu aşikar! 'Muasır medeniyet'in lafını gevelemiş ancak, 'muasır medeniyet'le aramızda dağların olduğunu hep görmüşüzdür! Bu halin iki tane temel sebebi var; birincisi ekonomide kör ve inatla yürütülen devletçilik anlayışı, ikincisi de devletle milletin kaynaşmasının temin edilememiş olmasıdır! Devlet, üzerinde kurulduğu değerleri millete gerektiği şekilde anlatıp onu ikna edememiş, millet de; kendisine ters gelen devletin bir kısım lüzumsuz dayatmalarından ötürü, gönül rahatlığı içinde 'benim ne güzel ve adil devletim var' diyememiştir! Türkiye'mizin evvel emirde ihtiyacı devletle milleti kaynaştıracak lider veya liderlerdir. Parlamenter sistemimiz olduğuna göre, bu aranan kişi Başbakan'dır! Bunun yanında sivil toplum kuruluşlarının lider ve yöneticileridir! Anayasada 'sosyal devlet' yazmakla devletin adil olması temin edilemiyor! Zaten lafla olsaydı, dilimize pelesenk ettiğimiz şekliyle 'çağdaş uygarlığın' ötesine geçmemiz icap etmez mi idi?! Yoksulluk ve yolsuzluk şampiyonluklarımızla Cumhuriyet'e ne kadar yakışıyoruz?! Bu yumurtadan biz çıktığımıza göre, bizden çıkacak yumurtadan ne çıkacak?