Dünyaya medeniyeti tanıtmış ve tattırmış bir milletin mensuplarıyız. İnsanca yaşama şeklini dünya bizden öğrendi. Onlar bunun tatbikatını bir güzel sürdürmekte, biz ise kaybettiklerimizi arayış halindeyiz. İçimizden birileri de (tuzu kuru-vesayetçiler) kaybettiklerimizi buldurmamak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Çok eskiden kuyuya, delinin biri bir taş atar, kırk akıllı çıkarmaya çalışırdı. Şimdilerde ise, bütün kuyular delilerce atılan taşlarla doldurulmuş hâlde!.. Bütün bunları çıkarmak için kaç akil adam lazımdır, dersiniz? Bakınız; elin oğlu bir anayasa yapıyor; onlarca sene geçiyor; bir harfine bile dokunmak gereği duymuyorlar. Bizim anayasamız ise, daha yapılıp yürürlüğe girdiği andan itibaren tartışma başlatıyor. Onlarca maddesi değiştirilip, yamalı bohça haline getirilmesine rağmen; maalesef sadra şifa bir hal henüz mevcut değildir. Bu kadar mı kötü bir anayasa yapılır?!. Bu millete reva mı bu? Devletle millet arasında birliği, diriliği ve düzeni sağlaması gereken bizdeki anayasa metinlerine bakın ki; devlette birden fazla yani çok başlılığı ve kelimenin tam anlamıyla vesayet rejimini öngörüyor. İdarede davulu hükümetlerin boynuna asıyor ama, tokmağı hükümetin dışındaki güçlerin eline veriyor. En hassas olunması gereken yargının oluşumuna bakın; evlere şenlik!.. Son anayasa değişikliklerinin yapıldığı referanduma kadar Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapıları; ver gülüm-al gülüm şeklinde, Ali-cengiz oyunları ile kendi içlerinde bitiriliyordu. Çift başlılığı yargıda bile esas almışlardı. Âdeta devlet içinde başka devlet oluşturulmuştu. Askerî yargı ile birlikte bir de bunların yükseği; Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdari Mahkemesi oluşturulmuş. Yani Yargıtay'ın ve Danıştay'ın askerî oluşumlarına ayrıca imkân tanınmıştı. Peki, böylesine absürd bir durum, bizden başka dünyanın hangi demokratik ülkesinde mevcuttur? Elbette ki hiç birisinde.. Peki, kime benziyoruz? Kendimize.. Biz kimiz? -?!!!