Darbe utancı ile yaşamak!

A -
A +
Son iki yüz yıllık devlet ve millet hayatımızda; kendimiz olamadığımızdan (ister kendi kendimizden kopmuş olalım, isterse başkaları bizi kendimizden koparmış olsun), bizim adımıza yapılanlar hep başkaları tarafından yapıldı. Kendi yaptıklarımız da başkalarının baskı, dayatma ve telkinleriyle icra edildi.
Bunun sebebi ise gayet açıktı: Güçlü olan, kaideyi koyuyor, uyguluyor ve uygulatıyor!
Ta Sultan 2. Mahmud döneminde imzalanan Sened-i İttifakla (ayanlarla merkezî hükümet arasında imzalanan ve padişahın yetkilerini kısıtlayan sözleşme) başlayıp, Tanzimat Fermanı ve bilahare Kanun-i Esasi ile bir asır devam eden (1808-1908) ve neticede Meşrutiyetle taçlandırıldığı düşünülen ve hatta Cumhuriyetle de; devrimleri boyunca sürdürülen onca anlaşma ve kararlar; ister bizden, ister dışarıdan ve isterse her iki kesimce ortaklaşa alınmış olsun; bütün bu yolların sonu demokrasiye çıktı.
Bütün mesele; padişahın elinden alınan yetkiyi kimin veya kimlerin nasıl kullanacağı keyfiyeti idi. Osmanlı döneminde bazı sadrazamlar (Ali ve Fuat Paşalar), Cumhuriyet döneminin 1950'ye kadarki cumhurbaşkanları ve başbakanları, padişahlardan ziyade yetki kullanarak; millete rağmen icra-i faaliyette bulundular.
Bütün bunlara göre; millet hasta idi ve hastaya ilaç sorulmaz; acı da olsa, gerektiğinde zorla içirilirdi! Nitekim öyle de yapıldı. Millete sorulsa, devrim mi yapılabilirdi?! Milletin eğitim seviyesi çok düşük olduğundan; kendi kârını ve zararını hesap edemezdi; yani millet, henüz rüşdünü ispat edememişti!
Aralarından üç-beş tanesini istisna tutarsak; iki yüz senelik devlet ve millet hayatımızın tüm yöneticileri, kendilerini millete 'vasi' tayin etmişlerdi! Millet adına onlar karar veriyor ve icraat yapıyordu.
Baktılar ki; bu halleriyle dünya efkar-ı umumiyesine rezil oluyorlar; demokrasiye geçmeye mecbur kaldılar! Kuvvet ve kudretlerinin gitmemesi için de formül bulmuşlardı: Şeklen demokrasiye geçilecek ve tabir caizse, 'vesayet rejimi' devam edecekti.
Nasıl etmesin ki?! Daha ilk seçimde; cahil dedikleri millet, kendilerini, bir daha çıkarmamak üzere; ebediyen sandığa gömmüştü! 1950 seçim sonuçlarından dehşete kapılan vesayet erbabı (bir kısım general) İnönü'ye gelerek; isterse, seçimleri iptal edebileceklerini ve Paşa-babalarını yeniden iktidara  taşıyabileceklerini söylediler!
'Milleti cezalandırmak gerektiğini(!)' söyleyen İnönü, dünyaya rezil olmamak için, bu isteği kabul etmedi. Ayrıca; ülkenin en ücra köşesindeki uzatmalı çavuşa varıncaya kadar her kademedeki askerî ve sivil bürokrasiyi, kendine göre dizayn eden İnönü, iktidarından emindi! Zira, kendisine muarız parti istediği kadar büyük bir sandalye gücüyle Meclis'e gelip iktidar olsun, asla ve asla muktedir olamayacaktı! Çünkü; gelip geçen tüm iktidarlar, davulu, ancak boyunlarına asabilirlerdi; tokmak ise, İnönü'nün (askerî ve mülki vesayet erbabının) elinde olacaktı!
Nitekim öyle de oldu; on sene geçmeden, tek başına iktidar olan Menderes hükümetini alaşağı ettirip, darağacında sonlandırdı!
Milletin iktidarını gasbeden zorba takımı, İnönü'ye: '... emirleriniz bizim için Peygamber buyruğudur, Paşam!' diyerek temennada bulunacaktı!
İnönü, bununla da yetinmeyerek; yeni yaptırdığı anayasa ile (1961) vesayeti, anayasal güvence altına alıp; resmen ve alenen kurumsallaştırdı! (Yarın devam F.B.)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.