Biz, istediğiniz kadar haklı olun; haklılığınızı anlayan, takdir eden olmadığında ve gerekli kabulü görmediğinde ne işe yarar? Hele uluslararası arenada haklılık, neredeyse güçle orantılıdır! Gücünüz oranında hakkınız vardır. Ayrıca, bu gücün de mahirane kullanılma şartı vardır. Yoksa; haklılığınızı da, gücünüzü de gözünüze yüzünüze bulaştırırsınız! Bu durumun tipik örneği bizim Kıbrıs meselemizdir... Medeni (!) âlem (AB), gözümüzün içine baka baka; uluslararası anlaşmalara aykırı olarak, Güney Rum Kesimine kapılarını açtı. Gerçi o günün iktidarı bu durumu görmezlikten ve duymazlıktan geldi ama; görüp duysaydı ve haksızlığı dünyaya haykırsaydı bile değişen birşey olmazdı! Dinleyeniniz olmadıktan sonra, siz, istediğiniz kadar bağırıp çağırın; kendiniz söyler, kendiniz dinlersiniz! Aynı şekilde; Kıbrıs'ın kuruluşunu hazırlayan 1959-60 Londra ve Zürih Anlaşmalarını hiçe sayarak, darbe girişiminde bulunan ve Türklere kıtal uygulayan Rumların haksızlığını gören ve duyan olmadığı gibi; bu haksızlık ve vahşet karşısında dünyada hiç kimse Kıbrıs Türkü'nün ve Türkiye'nin yanında yer almadı. Nitekim; o günün ABD Başkanı Johnson'ın İnönü'ye yazdığı zehir zemberek mektup ortadadır. Garantörlük hakkını kullandık; ancak!.. Yine çok haklı ve elzem gerekçelerle 1974'te Barış Harekâtı'nı gerçekleştirdik. Ada'da Türkler kesilirken, garantör devletlerden olan İngiltere olaya sadece seyirci kaldı. Türkiye ise; garantörlük hakkının gereğini yerine getirdiği için suçlu bulundu! Kıbrıs Türkü'ne ve Türkiye'ye ambargo uygulandı. El an da KKTC'ye bu ambargo devam ettirilmektedir. Mehmetçik sayesinde Ada'ya huzur gelmesine rağmen; kuzeyde kurduğumuz KKTC devletini; Türkiye'den başka tanıyan devlet olmadı. Geçen otuz sene içinde en büyük sıkıntıyı Kıbrıs Türkü çekti. Dünyadan tecrit edilmiş; ambargo altında inletilen bu bir avuç Türk'ün dışarıya açılan tek kapıları Türkiye idi. Türkiye'den gönderilen paralarla yalnızca hayatlarını idame ettirebildiler. Gerekli yatırımlar yapılamadığından Kuzeyle Güneyin arasındaki makas giderek açıldı ve gelir dağılımı olarak Türklerle Rumların arasında uçurum meydana geldi. Evet; Ada'da iki ayrı devlet oluştu. Kan durdu, Ada'ya huzur geldi. Güney, dünyadan gördüğü destekle kalkınmış bir devlet hayatına kavuştu. Kuzey ise, adeta terkedildi. Ülkede taş üstüne taş konmadı. Parası ve imkânı olan birçok Kuzeyli soluğu İngiltere'de aldı. Kalanlar da taşıma su ile değirmen çalıştırmak zorunda kaldılar! Geçen otuz sene zarfında BM'nin birçok "çözüm" girişimleri oldu. Hepsi olumsuzlukla neticelendi. Ve yine hemen hepsinde Türk tarafı, uzlaşmaz olarak gösterildi; dünyaya bu şekilde anlatıldı. Bakınız, ta altmışlı senelerden beri, Kıbrıs'ta haklılığımızı bir kez olsun anlatamadık! Cereyan eden olay Kıbrıs Türkü'nün ve Türkiye'nin aleyhinde değerlendirildi. Bizi dinleyen birilerine rastladık! Otuz sene sonra ilk defa; sesimizi ve haklılığımızı duyurabildik, daha doğrusu bizi dinleyene rastladık! Hiç olmazsa bu fırsatı kaçırmayalım. Güney Kesimi istediği kadar referanduma "hayır" desin! KKTC halkının "evet" demesiyle çok şeyler değişecektir. Bir kere; bütün dünya uzlaşma istemeyen tarafın Rum kesimi olduğunu görecek. Şimdiye kadar da görüyorlardı, ancak, her nedense bu hakkı teslim etmiyorlardı. Şimdi ise, Rum Kesimi "hayır" demekle kendi haksızlığını kendi elleriyle tescil edecek ve bu durumu bütün dünyaya ilan etmiş olacaktır! Kuzey Kesiminin "evet"iyle de; haklılıkları ve uzlaşma isteyen taraf oldukları anlaşılacak ve ister istemez bu durumun gereği yapılacaktır. Seneler senesi süren ambargo kalkacak ve belki de; Dışişleri Bakanı Gül'ün ifade ettiği gibi KKTC devlet olarak tanınacaktır.