Sevgi çağlayanı -8-

A -
A +
Yetmişli yılların ortalarında; Bülent Gençer Ağabeyle Serhend Kitabevi'nde sohbet ediyorduk. Ele-avuca sığmayan 'alev'den bir gençtim. Aklıma takılan binlerce sualin altında eziliyor; bu yüzden geceleri gözüme uyku girmiyordu. Derdime çare olur düşüncesiyle, kitaplara daldım; her türlü kitaba.. Okuma hastalığına yakalanmıştım; elime ne geçirirsem okuyor, okuyordum...
Zirai Donatım Kurumu'nda tanıdığım müstesna insan Ender Arvas Ağabey, benim bu kavruk halime acıdı ve doğruca; İmam-Hatip Okulundan hocam olduğunu bildiği Bülent Gençer Ağabeye gitti ve bendinizden bahsetti. 'Alev topu'nu karşılıklı olarak birbirlerinin kucaklarına bırakmak istediler; anlaşamadılar! Sonunda, çareyi; beni Enver Ağabey'e götürmekte buldular.
Bülent Ağabey'le Çatalçeşme'deki binanın birinci katına çıkıp beklemeye koyulduk. Enver Ağabey'in kapıları açık ve içeride bir kişi vardı. İçerideki kişiyi uğurlarken sesini yükselterek; "çok kitap okumaktansa, faideli kitabı çok okumalıdır!" diye iki defa âdeta bağırarak söylediler. Çıkarmakta olduğu misafirine değil de, sanki bana söylüyor gibiydi! Zira, o dertten muzdarip olan bendim. Elimi tutup içeri aldılar; şefkat ve merhametin enginliğine bakın ki, bir daha vefat edinceye kadar bırakmadılar!
Hocası onu, başta Türkiye gazetesi olmak üzere bütün hizmetlerin başına getirmişti. Her şey yolunda giderken; gazete de, çocukluk devresini geçirip gençlik çağını yakalamışken, gazete çalışanları onu terk edip gitmişlerdi! Enver Ağabey bu duruma çok üzülmüşlerdi. 1986 senesinde, gencecik bir fidan haline gelen gazete, bizzat çalışanları tarafından kökünden kesilmek istenmişti! Ve; "Türkiye'yi Türkiye yapanlar!" diye, çıkaracakları başka bir gazetenin reklamlarını yapıyorlardı!
Bu hüzünlü gününü, bir vesile ile baş başa kaldığımız bir zamanda anlatmışlardı: "... Bu durum karşısında perişan olmuştum. Hocamızın üzerine titrediği emanetinin gereğini yapamamıştım. Eve gidemedim; Bayezid Camii'nin yolunu tuttum. Yatsı namazından sonra sabaha kadar camide kaldım. Hocamızın hocasının (Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri) vaaz ettikleri yerde; hıçkırıklara boğularak Rabbime yalvardım. Ya Rabbi! dedim; görüyorsun, çaresizim! Benden istenen bu mühim işi yapamıyorum; ne olur, bana bu işi yapacak yardımcılar gönder! Ertesi gün seni çağırttım ve gazetede başlattım. Sen benim ilk göz ağrımsın, kötü gün dostumsun!.."
Enver Ağabey, okuyucunun nabzını elinde tutan müthiş bir gazete genel yayın müdürü idi ve bizzat başımızda idi. Görevimiz, yalnızca ona 'peki' demek ve istediklerini harfiyen yerine getirmekti. Gazetecilik, zamanla yarışmaktı ve Enver Ağabey'e yürüyen değil, koşan adamlar lazımdı! Dediklerini yaparak; Bab-ı âli'nin tiraj rekorunu kırdık: 1.439.800 (1989 Aralık).
Bir gün de Enver Ağabey'e Necmettin Erbakan geldi. Herkesi dışarı çıkardılar; içeride M. Ali Şahin, Bahri Zengin, Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan, bendeniz ve Enver Ağabey kaldık. Erbakan, gazetenin nasıl olması lazım geldiğini anlatmaya başlayınca, Enver Ağabey beni gösterdi ve; "Ne istiyorsanız Fuat'a söyleyin!" dedi. Erbakan uzun uzun anlattı ve bunlar olmazsa; boşuna namaz kıldığımızı (!) vurguladı! Enver ağabey: "Bak Hocam!" dedi; "Senin meydan yerinde anlattıklarını ben, burada arkadaşımın kulağına söyleyemem! Bizim işimiz siyaset değil; Allahü tealanın dinine ve mahlukatına yardım etmektir. Bunu da şu şekildeki hizmetlerimizle yapmaya çalışıyoruz. Sizin de bildiğiniz gibi; devlet herkese bir sınır çizmiştir. Bu sınırın etrafı on bin voltluk cereyanla çevrilidir. Ben asla, o teli tutmam ve tutturmam!" Hizmetleri ve gazete tirajını duyunca gözleri fal taşı gibi açılan Erbakan Hoca; "Bu başarılı hizmetlerle samimiyetinizi anlıyorum Enver Bey!" deyince; Enver Ağabey, taşı gediğine koyarak; "Nasıl, Hocam! Namazları kurtarabildik mi?!!" dedi.
Hoca'dan başka herkes, gülmemek için dudaklarını ısırıyordu!!!
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.