Cumhuriyet tarihi boyunca sorunları çoğu kez görmezden geldik ve gördüklerimizi de halının altına süpürmeyi maharet bildik! Böyle yapmakla bindiğimiz dalı kestiğimizin farkında değildik. Neden korkmuştuk, bilmiyorum; oysa binlerce yıllık devlet tecrübemiz vardı. Üstelik hemen ardımızda, çeşitli milletlerden ve inançlardan oluşan bir cihan devletimiz vardı. Sadece bu imparatorluğumuzun ömrü altı asırdan fazlaydı ve yönetimdeki başarısına kimseler erişememişti. Artık bir imparatorluk bakiyesiydik; 'milli' devletimizi kurarken kılı kırk yararak meselelere eğilmeliydik. Aldığımız kararlar ve tatbik ettiğimiz kanunlarla hep 1920'lerde kalınacağını zannettik! Yalnız kendimizin değil, dışımızdaki dünyanın da 1920'lerde seyredeceğini vehmettik. Cumhuriyeti üzerlerine bina ettiğimiz 'ok'ların (altı ok) içinde demokrasinin "D"si bile yoktu. Tek partili zorba bir rejim ama adı cumhuriyet ve meclisinin duvarında 'Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir' yazıyor. Bu yazının ne ifade ettiğini ne bilen vardı ve ne de soran! Mektep çocuklarına, okullarımızda; "Türk'üz, Türk'üz dedikçe kalbimiz almakta hız! Türk olmayı en büyük şeref ve şan sayarız!" marşlarını söyletip ezberlettik. Dağa taşa; 'Vatandaş Türkçe Konuş!' yazarak, bizimle omuz omuza çarpışarak Milli mücadeleyi kazandığımız diğer unsurların ana dillerini konuşmalarını yasakladık. Yaradanın verdiği dili onlara çok gördük. Adıyla, sanıyla ve yaptıkları ile Osmanlı kadar olamamıştık. Ama bize sorarsanız, bizden ilericisi yoktu! Bu ve benzer meseleler birike birike 'ur' halini aldı; onlar 'özerklik' ve 'iki dilliliği' tartışmaya başladı. Başbakan da ister istemez, 'bu ülkede ameliyat yaptırmayız' dedi. Çünkü o 'ur'un 'metastas' yapma ve bütün gövdeyi yok etme tehlikesi var. Halbuki 'altı ok' yerine bir tek 'demokrasi' olsa idi ve işletilseydi, bu kabil işlerin hiçbirisi başımızı ağrıtmayacaktı. 'İki dili' ve 'özerkliği bugün dillendirenlerin gayelerinin demokrasi olmadığı ve sinsi bir oyunun parçası olduğunu yarınki makalemizde izah edeceğiz...