1960 askerî müdahalesinden sonra CHP kendini 'ortanın solu' olarak ifade etti. İsmet Paşa'nın bu eksen belirlemesi, elbette siyasi bir manevra idi. Dünyadaki solla, CHP'nin solculuğunun yakından ve uzaktan hiçbir alakasının olmadığını; lise ve üniversite yıllarında sola meyleden gençler, neden sonra ve çok acı tecrübelerin akabinde öğrenmiş olacaklardı ama... Basit bir dikkatle, Türkiye'de kurulmuş bütün siyasi partilerin, ana eksenleri (ideolojileri) itibariyle birbirlerinden ayırt edilemezler. Gerçekte birbirlerinin aynı olan bu partilerin mücadelesi nasıl olabilecektir? Ne diyerek birbirleriyle rekabet edebilecekler? Daha açık ifadesi ile soralım: Şimdiye kadar gelip geçenler dahil ve hâlihazırdaki partiler, rakiplerine karşı, ideolojik bir alternatif fikir veya program sunabilmişler midir? Hayır. Sunabilmelerine imkân yoktur, zira en ufak bir fikir veya ideolojik program, karşısında Anayasa Mahkemesini bulur! Böyle bir durumda, muhalefet partilerine tek seçenek kalıyor; o da, iktidarın her dediğine ve yaptığına 'yanlış' demektir. Bu durumda rekabet nasıl sürdürülecektir? Elbette ki kavgayla! Ta 1946 senesinden beri; çok partili hayata geçtiğimiz günden bugüne gelin; siyasi parti liderlerimizin birbirleriyle kanlı-bıçaklı olduklarını görürsünüz. İşte; İnönü-Bayar, İnönü-Demirel, Demirel-Özal, Çiller-Yılmaz, Erdoğan-Baykal'ın bitimsiz kavgaları... Öyle ya; fikir ve ideoloji ileri sürülemeyince; liderlerimiz, kendilerini ifade için tek çıkar yol buluyorlar o da kavga etmek! Kavga ederek, arkalarındaki kitleleri canlı tutabiliyorlar. Bunların kavgaları yüzünden, arkalarındaki kitlelerin birbirlerine kastetmeleri, kendilerini hiç mi hiç ilgilendirmiyor! Mühim olan şey, koltukta kendilerinin oturmalarıdır. İletişim araçlarının gelişip yaygınlaşması neticesinde, perçem düşmüş ve kel görünmüştür. Bugün, yurdun en ücra köşesindeki sade vatandaş bile; siyasi yelpazedeki sağ ve sol'un bir yutturmacadan ibaret olduğunu pek iyi bilmektedir...