Dr. Mustafa Aydın, ofisinde sorularımızı cevapladı. (Fotoğraflar: Cüneyt Bitikçioğlu) MESLEKSİZ İNSANLAR
Mesleki eğitimde gerilerde olduğumuzu söyleyen Dr. Mustafa Aydın, "Mesleksiz insanlar yetiştirmeye başladık. Bunlarla hiçbir yere varmak mümkün değil" diyor.
GELECEK ÖNÜMÜZDE
Gelecekten ümitli olduğunu belirten Aydın, "Geçmişten ders alacağız, yüzümüz geleceğe dönük olacak, gelecek önümüzde. Gençler, yeniliğe açık ve aydın" diye konuşuyor
DİPLOMA DEĞİL KİŞİ İŞ YAPIYOR
Artık diploma değil kişinin kendisi iş yapıyor. 21. yüzyılda bütün diplomalar Bakırköy sahilinden denize atıldı. Ehliyet değil arabayı kullanan, kişinin kendisidir.
SUNUŞ
Bu hafta yaklaşık 250.000 kişiye eğitimle büyük katkılar sağlayan kurumun başında olan İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Mustafa Aydın'ın kapısını çaldık. Eğitim adına bir kişi ne yapabilirse hemen hepsini yapıp, oradan da binlerce öğrencinin eğitim gördüğü yolu gençlere açmış. Beni bu röportajda en çok etkileyen şu söz oldu: "Her şey annemin dualarıyla..." Anne denince karşımda, bir işadamının yerine annesinin en değerlisi, anne aşığı bir insan gördüm. Anne-baba duası alanın bence de her daim yolu açık olur... Anneler Gününüz kutlu olsun... G.K.Z.
Trabzon Maçka- Kaynarca'da doğup, köy ilkokulundan ilk mezuniyet, Trabzon'da orta ve lise öğrenimini tamamladıktan sonra Askeri Okul ve Dil Tarih mezuniyeti, Kahire Üniversitesi'nde yüksek lisans ve ardından yeniden yurda dönüş ve Türkiye'de doktora tamamlama. Mustafa Aydın'ın eğitim hayatının konu başlıkları böyle oluşurken güzel bir cümle ekliyor kendisi bu paragrafa: 'EĞİTİM DEVAM EDİYOR!'
Eğitim alanına Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu ile giriş yaptınız. Sonrası nasıl gelişti?
1995 yılında Silahlı Kuvvetlerden emekli olduktan sonra, Bil Dershaneleri'nin temelini attık. Bu başlığın altında matbaacılık, reklâmcılık, kültür-eğitim, yurt dışı eğitimi, yayıncılık gibi yaklaşık eğitimle alakalı 17 kuruluş meydana getirdik. Buna uzaktan eğitim, dil ve tüm kursları da eklersek yaklaşık 250.000'e yakın öğrencimiz var. 2002 yılında İstanbul Aydın Üniversitesi'nin lokomotifi olan Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu'nu kurduk.
40 PROGRAM GELİŞTİRDİK
Meslek Yüksekokulu, meslek eğitimi size göre ülkenin olmazsa olmazı mı?
Kesinlikle. Okulumuz, Türkiye'nin ilk vakıf meslek yüksekokuludur. Bu okulu kurarken eğitim sektöründeki birçok arkadaşım beni anlamadı. Mesleki eğitim; o dönemlerde orta düzeyin altındaki ailenin çocuklarını gönderdiği eğitim kurumları olarak algılanıyordu. Ben bunu sık sık belirtirdim. Kendisini rahmetle anarım; Cem Karaca'nın 'İşçisin sen, işçi kal' mantığıyla bakılırdı o kesime. Ben orada bir devrim yaptım. Bunun doğru bir şey olmadığını, Türkiye'nin geleceğinin mesleki eğitimden geçtiğini, Cumhuriyet döneminde mesleki eğitim oranı %70 iken sanki bir el girdi ve oran değişti, %30'a düştü. Mesleksiz insanlar yetiştirmeye başladık. Meslek sahibi insanlara ihtiyaç olduğu, mesleksiz insanların ne sanayi, ekonomi, lojistik, tarım, otomotiv ve üretim, hizmet sektöründe ve diğer alanlarda bir yere varmasının mümkün olamayacağının farkındalığıyla, 2003 yılında Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu'nu kurduk. Şu anda 40 programda yetiştirmiş olduğumuz insan kaynağını, sektörün ihtiyacını karşılayacak duruma getirdik. Mezunlarımızın yüzde doksanını işe yerleştirdik.
SIFIRDAN BAŞLAMALI
Mesleki eğitimde teoriyi pratiğe dökme, sahada var olma, öğrencinin geleceği için ne kadar önemli?
Öğrencilerimiz haftada en az 1-2 kez sahada uygulamalı eğitime gidiyor. Sadece bilginin ürüne nasıl dönüştüğünü, uygulayıcının ayrıcalığını görüyor ve mezuniyetini takiben öğrenciyi aranan eleman kıvamına getiriyor. 1800 civarında çözüm ortağımız var. Çözüm ortağımıza giden öğrenci, ortağımız uygulamada o öğrencinin işine, performansına bakıyor, bir nevi flört ediyor, işi öğrenince nişanlılık ve mezuniyet aşamasında o çocuğu işe alarak nikâhı kıymış oluyor. İyi elemanı hiçbir müessese kaçırmak istemez.
Bazen çocukların gitmek istemediği (üstelik büyük kurumlar) yerler oldu. 'Neden evladım, gitmek istemiyorsun?', 'Efendim, bana çay servisi yaptırıyorlar!' O zaman diyorum ki; sen ne çabuk terfi etmişsin, önce tuvalet temizlemen gerekiyordu.' Çok ciddiyim, en temelden başlamalı, dosya taşımalı, işin en ince ayrıntısını bilmeli, uygulamalı, sıfırdan başlamayı bilmeli. 2005'ten bu yana bir daha böyle bir yakınma görmedim.
İstanbul Aydın Üniversitesi kuruluşu nasıl oldu?
2007'de İstanbul Aydın Üniversitesi kuruldu. 13.000'e yakın öğrencisi, 8 fakültesi, 40 programlı Meslek Yüksekokulu, yüksek lisans ve uzaktan eğitim programları olan, gelecekte hedeflerini daha da büyüten bir üniversitedir. Hedefimiz 2015 yılında Türkiye'nin en iyi 5 üniversitesi arasına girmek, 2020 yılında ise dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına girmek. Bu başarılar için hiç durmadan neredeyse 7/24 olacak şekilde çalışıyoruz.
Binlerce öğrencinin merkezinde olan bir yönetici olarak, günümüz tabiriyle gençliği nasıl buluyorsunuz?
Çok başarılı. Gençler dolayısıyla gelecekten çok ümitliyim. Her olayı kendi mekânında ve zamanında değerlendirmek lazım. 'Bizim zamanımızda...' Kardeşim senin zamanın kaldı orada! Şimdi bu zamandayız... Senin zamanında internet, bilgisayar, yabancı dil öğretim vs. yoktu. Kısacası geçmişten ders alacağız, yüzümüz geleceğe dönük olacak, gelecek önümüzde. Dolayısıyla gençlikten çok ümitliyim. Çok daha araştırmacı, yeniliğe açık ve aydınlar.
Siyasete girmeyi düşünüyor musunuz?
Hayır, kesinlikle. Ben Hipokrat yemini etmiş bir eğitimciyim. Kendimi siyasetüstü bir adam olarak görüyorum.
HANIMA NASIL DERS VERDİ
Haftanın yedi günü işimin başındayım diyorsunuz? Eşinize, ailenize nasıl zaman ayırıyorsunuz?
Eşim, çok fazla memnun değil. Ama hoşgörülü olmaya da çalışıyor. Hoşgörünün kaynağını paylaşayım sizinle; 80'li yıllardı, ben çok yoğun çalışıyorum.1983 yılında askeri ataşe olarak atandım. Yurt dışına gitme hazırlığı falan derken, eşimi ve çocukları biraz ihmal etmişim. Hanım bir gün bana; 'Ya profesör mü olacaksın? Yeter yani, bizi çok ihmal ettin, çok çalışıyorsun' dedi. Bunu bir kenara yazdım. 1983 yılı oldu, yurt dışına gidiyoruz. Uçaktayız, gökyüzü nasıl güzel, İstanbul'u yukarıdan izliyoruz. Hanım ilk defa uçağa biniyor. "İstanbul ne güzel değil mi?" dedim, 'çok güzel!' dedi. "Hanım, hatırlıyor musun? Çalışmamdan şikâyet etmiştin. İşte bu çalışmamın sonucunda ataşe olarak atandım, bugün bu güzellikleri görebiliyoruz" dedim. Şimdi bana: 'Hanım çalışmandan şikâyetçi mi?' diye sorduklarında "Ben ne zaman hanıma İstanbul'u yukarıdan gösterdim, şikâyetten vazgeçti!" diyorum.
Sınava girecek olan çocuklara son olarak nasıl bir mesaj verirsiniz?
Her şekilde çocuklar, bizim çocuklarımız. Onları sevelim, artık diploma değil kişinin kendisi iş yapıyor. 21. yüzyılda bütün diplomalar Bakırköy sahilinden denize atıldı. Ehliyet değil arabayı kullanan, kişinin kendisidir. Durun bakalım! Normal şartlar altında bir kişi 8 defa iş değiştirirmiş, daha yolun başındayız. Anne babalara da sesleniyorum, çocuklarını, başka çocuklarla mukayese etmesinler. 'O senin çocuğun!' Kazansan da kazanmasan da hayatın sonu değil, daha bu bir başlangıç, sınav stresine girmeden şartsız sadece çocuklarını sevsinler ve desteklerini hissettirsinler.
Mustafa Aydın, annesini çok sevdiğini söylüyor, "Ona âşığım, o benim her şeyim" diyor. ANNEMİN DUASI KORUYOR Bugün Anneler Günü, siz anneniz ile ilgili neler söyleyeceksiniz?
Annem benim aşkım, hayatım, her şeyim. Tam Karadeniz kadını, müthiş bir ilişkimiz vardır. Bazen kaybedeceğim korkusuyla oturup ağladığım olmuştur. İmkânlarınız olabilir, hanları hamamları ayağına serebilirsiniz, ama sevmek önemli. Rahmetli babam çok otoriterdi, yanına yaklaşamazdık. İnsan babası hasta olunca sevinir mi? Ben sevindim, çünkü hastalık beni babama yaklaştırdı. Babamı öpüp koklama, elini tutma, sevme şansına nail oldum. Son zamanlarında kendi ellerimle yıkadım babamı. Bir anne-baba ve Trabzon aşığı olarak, hani herkesin bir özlemi vardır ya en tepede, benim için Trabzon Maçka'dır. Çünkü babamın mezarı oradadır. Babacığımın mezarını yanında olmaktır benim nihai özlemim. Annemin dualarını hayatımın her molekülünde, evresinde hissederim. Ataşelik yaparken, farklı görevlerimde de bana gelen mermilerin annemin dualarıyla kurduğu zırha çarpıp nasıl geri döndüğünü gözümle gördüm.
Nasıl gördünüz?
İşte görüyorsunuz. Bunlar söylenmez. Hissedersiniz, manevi zırh ve tıkandığımızda önümüzü açmaları, batarken elimizden tutup yukarı çekmeleri o manevi güçle değil midir? Ben kendimi bildim bileli, her gece annem iki gibi kalkar, sabah namazına kadar Allah'a yalvarır, kalben ve içten öyle bir dua eder ki evlatlarına, işte o dualardır bizi ayakta tutan... İşte öyle bir annenin evlatlarıyız biz, ona âşığım ben, o benim her şeyim...
Tanka tüfeğe gerek yok sigara yetiyor Sigara ile savaşta öncüsünüz. Türkiye Sigarayla Savaşanlar Derneği'nin başkanısınız. Sizce sigara sağlığın en büyük tehdidi midir?
Bugün Türkiye'de 15 milyar dolarlık bir sermaye sigaraya yatırılıyor, 5 milyar dolar da hasta olanların tedavisine harcanıyor. Her geçen gün sigaraya başlama yaşı ve buna bağlı olarak ölüm yaşı aşağı doğru kayıyor. Ormanlarımızın çoğu sigara yüzünden yanıyor ya da sigaranın kâğıdında kullanılıyor. Bazı anne adayları %25 özürlü riskine rağmen nasıl içebiliyor, anlayamıyorum. Her yıl ülke-mizde 115.000 insan sigaradan ölüyor. Kanser hastalarının %98'i sigara içtiğinden hastalığa yakalanıyor. Anne-baba çocuğunun yanında sigara içerek, onların doğal yaşama hakkını elinden alıyor. Sonuç, hem ekonomik ve çevresel, siyasi baskı olarak, hem de tarım ve kültürel anlamda bir ülkeyi kendinize bağımlı, sömürge haline getirmek istiyorsanız, o ülkeye tank tüfek göndermenize gerek yok, sigaraya bağımlı hale getirmeniz yeterli.