Önceki gece Mevlit Kandiliydi... O'ndan başkasına yakıştıramazdık. O isim yalnızca O'na ait olmalıydı. O ismi yalnızca O'na ait bilme, saygı ve sevginin doruk noktasıydı. O isim, yalnızca O'nundu... Ecdadımız öyle bildi, o ismi başkasına koymayı edebe aykırı gördü. Hatta Halife olan Osmanlı padişahları bile o ismi almadılar. O isim söylenince, "Muhammed" denilince akla, gönle, yalnız ve yalnız kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (aleyhisselam) gelmeliydi, Hüseyin Ağa'nın, Hasan Efendi'nin bilmem ne ile meşgul olan evlatları değil... Osmanlı padişahlarının O'na sevgisi, saygısı anlatılmaz derecedeydi. Sultan ve Halife Birinci Ahmed, Mısır'dan, Tomanbay'ın türbesinden, O'nun kadem-i şerifini (ayak izinin bulunduğu hatırayı) getirtir. Sonra rüyada, O'nun bulunduğu bir mahkemede, Tomanbay'ın kendisini iki cihanın serverine, kadem-i şerifi türbeden aldığı için şikayet ettiğini görür. Rüyasını hocası Aziz Mahmut Hüdai hazretlerine anlatır. Hocası kadem-i şerifi yerine göndermesine söyler. Padişah, göz yaşları içinde kadem-i şerifi Mısır'a gönderir. O'nun aşkıyla kadem-i şerif şeklinde bir sorguç yaptırıp sarığına takar. Ve şu beyti söyler: "N'ola tâcum gibi başumda götürsem dâim /Kadem-i nakşını ol hazret-i şâh-ı rusülün /Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidür /Ahmedâ turma yüzün sür kademine o gülün" Bugün anlayacağımız şekilde söylersek Padişah, "Resullerin şahının ayağının resmini, nakşını, tacım gibi başımda götürsem ne olur/O ayak sahibi, Peygamberlik bahçesinin gülüdür, Ahmet, durma, yüzünü sür, O gülün ayağına." diye feryat etmiş. Sevginin, edebin bu derecesi ancak bizim ecdadımıza nasip olmuş. Ecdadımız O ismi, O'na ait "Muhammed" ismini çok seviyor, O'nun her zaman hatırlamak istiyordu. O'nun, o ismin aşkıyla yanan gönüller çare aradı. Ve çareyi benzerini vermekte buldular, can paresi oğullarına. Evlatlarına "Muhammed" yerine "Mehmed" dediler. Sonra da Peygamber Ocağı bildiğimiz ordunun şanlı askerlerine, paşasından erine bütün fertlerine "Mehmetçik" dediler. Onlara Mehmetçik demeyi onlar için en büyük rütbe bildiler. Gün geldi sevgi ile edep arasındaki çizgiyi kaybettik. Sevgimizi ifade etmek için edep sınırlarını zorladık. Ve evlatlarımıza "Muhammed" ismini, O'nun has ismini koymağa cesaret ettik hem de O'nu sevmek iddiasıyla. Geçen aklıma takıldı, Beşiktaş'ın şimdiden medyaya konu olan ve Barcelona tarafından milyon dolarla satın alınmak istenen küçük yıldızı... İsmi, Muhammed... Titredim, eğer satılsaydı, "Muhammed iki milyon dolara gitti" diye atılacak başlıklar aklıma gelince. Bugünün küçüğü yarının büyüğü olacak, sahaya çıkacak, fanatiklerden biri ismiyle küfrederse ne olacak? Keşke Osmanlı zamanında olduğu gibi O mübarek isim, yalnızca O'na ait olarak kalsaydı? Kalsaydı da, kaş yapalım derken göz çıkarmasaydık...