40 akıncıdan biri gibiydi -152-

A -
A +

Yusuf, ilk defa Kırkpınar'a geldiği için çok heyecanlıydı. Yaşadıkları ona rüya gibi geliyordu. Sanki, Orhan Gazi'nin oğlu Gazi Süleyman Paşa ile Rumeli'ne çıkan ve Kırkpınar mübarek geleneğinin, doğmasına vesile olan 40 akıncıdan, alperenden biriydi. Biraz da çekiniyordu. Çünkü, güreşlerini bilmediği pehlivanlarla karşı karşıya kalacaktı. Başında, kendine yol gösterecek, hangi boya soyunacağını söyleyecek, rakipleri hakkında ona bilgi verecek bir ustası da yoktu. Yusuf, tozkoparanda güreşen yedi sekiz yaşlarındaki çocukların güreşlerinde bile heyacanından yerinde duramıyor, sanki meydanda kendisi güreşiyordu. Adam ufağı küçük yiğitler naralandıkça yüreği gümbür gümbür atıyordu. Yenenler, büyük bir heyecanla hakem heyetinin yanına koşuyor, yenilenler ise oturup hüngür hüngür ağlıyordu. Yusuf'un yüreği de onlarla birlikte ağlıyordu. Çocukları ağlatmamanın bir yolu olsaydı. Kırkpınar'da gördüğü gelenek onu çok sevindirdi. Ağanın adamları, mağlup olan küçük çocuklara hediyeler vererek gül yüzlerinde gülücükler açmasını, mağlubiyetin acısını unutmalarını sağlıyorlardır. Yusuf, "Keşke çocuklar, mağlubiyetteki galibiyeti bilebilselerdi. O zaman böyle ağlamazlardı. Ama bunu öğrenmeleri için çok senelerin geçmesi gerekiyor. Bre koca budala Yusuf, yaşadığın bunca şeye rağmen mağlubiyetteki galibiyeti sen öğrenebildin mi" diye düşünüyordu. Yusuf, ağlayan çocuk, ağlayan kadın görmeğe dayanamıyordu. Son Osmanlı-Rus savaşında yaşadıkları, Yusuf'u çok derinden yaralamış, bu yaraları hâlâ şifa bulmamış, için için kanıyorlar, ağlayan çocuk, ağlayan kadın gördüğünde ilk günkü gibi acıyorlardı. Kırkpınar'da desteye çıkanlar içinde bile çok güzel güreş yapan çocuklar vardı. Onbeş onaltı yaşlarında 15-20 çiftin, delikanlılığın ilk basamağındaki yiğitlerin sanki bir başpehlivan gibi peşrev yapıp kıran kırana güreşmeleri, Yusuf'un çok hoşuna gitmişti. Nerede yetişmişti bu kadar çocuk. Hele içlerinde tombulca iri yarı birisi vardı ki her haliyle yarının başpehlivanıyım diyordu. Yusuf'un bu genç irisini dikkatle seyrettiğini gören yanındaki ihtiyar, "Oğlum, bu delikanlı, Edirne'nin Adaiçi bucağının Kiliseli köyünden Halil'dir. Edirne ağalarının gözdesidir. Ağalar, onun bir an önce zorlu bir başpehlivan olması için hiçbir fedakarlıktan kaçmıyorlar. Onu Aliço'ya çırak teklif ettiler. Aliço da, bu seneki güreşlerini göreyim öyle karar vereceğim, dedi" açıklamasında bulundu. Yusuf, bu delikanlıyla çok yakın zamanda ermeydanlarında karşı karşıya geleceğini hissetti. Yusuf, küçükorta güreşlerini de büyük bir heyecanla seyretti. Bunlar, Şumnu'da başaltı ile orta arasında dolaşan pehlivanlar ayarındaydı. Bunları seyrettikten sonra, büyükortada güreşme kararırın isabetli olduğunu anladı. Güreşleri 30-35 yaşlarında Sadık Hoca isimli gür sesli bir cazgır idare ediyordu. Yusuf, Sadık Hoca'nın cazgırlığını çok beğendi. Edirne'de imamlık yaptığını söylediler. Küçükorta güreşlerinin bitmesine az bir zaman kala cazgır bağırdı: -Büyükortaya çıkacak pehlivanlar hazırlansın. Yusuf, besmele çekerek ayağa kalktı. Heyecanlanmıştı, Kırkpınar'da, erler, alperenler meydanında güreş tutucaktı. Dizlerinden aşağı kadar uzanan beyaz gömleğini giydi. Kendisini, güleşirken şehitlik mertebesine kavuşan, Kırkpınar'ın doğmasına vesile olan Ali ve Selim gibi hissetti. Pehlivanlar, güreşten önce beyaz gömlek giyerler. Niçin mi? > Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.