Kırkpınar'ın tarihçesini, Kırkpınar'ın nasıl gerçek efsane olduğunu, tarihi, coğrafi ve kültürel gerçeklerle yüzde yüz nasıl uyuştuğunu anlattıktan sonra, şimdi gelelim, Kırkpınar yağlı güreşler içindeki ciltler dolusu kitapla anlatılamayacak motiflere. Bunlar öyle motifler, öyle güzellikler ki, günümüz insanlığı bunlardan haberdar değildir. Bırakın insanlığı, bu sonsuz güzellikteki tarihi zenginliğin mirasçısı olan bizler dahi haberdar değiliz. SAHİP OLDUKLARIMIZI BİLMİYORUZ Ne Kırkpınar'da güreşen, bu işten ekmeğini kazananlar ne de bu güreşleri organize edenler, Kırkpınar tarihi mirasımız diyerek nutuk atanlar Kırkpınar'daki evrensel güzelliklerden haberdardır. Yalnızca, peşrevle anlatılan evrensel değerleri günümüz Batı insanlığına anlatabilsek, hayretten dona kalırlardı, "Bundan 600 yıl önce insanlar böyle bir şey nasıl düşünmüşler" diye. Pehlivanlar, niçin Allah Allah sesleri, Hazreti Muhammed'e salavatlarla ermeydanına gönderilir? Türk askeri, cenge de bu şekilde gönderilir de onun için. Kırkpınar güreşleri, barış zamanında harbe hazırlığı, sahip bulunulan maddi - manevi değerlere sahip çıkmak için, madden ve manen güçlü olmayı sembolize ettiği için, cenkteki bütün özellikler, yağlı güreşte de vardır. Asker, savaşta mehter marşlarıyla, yağlı güreşçilerse davul zurnanın vurduğu kahramanlık türküleriyle coşmaktadır. Pehlivanlar, davul zurna eşliğinde dualarla ermeydanına gönderilir. DAVUL ÜÇ YERDE VURUR Türk'ün hayatında, davul zurna üç yerde vardır: Düğün, savaş ve güreşte. Savaş, sahip olunan güzelliklerin düşmana karşı savunulmasıdır. Güreşse, düşman, nefis ve kötü arkadaşla (çevreyle) savaşa hazırlıktır. Düğün de, hayat savaşında en önemli basamaktır. Osmanlılar zamanında ve Cumhuriyet'in başlarında Kırkpınar, Hıdrellez günü başlardı. Nasıl Türk orduları genelde sefere baharda çıkıyorlarsa, pehlivanlar da baharın müjdecisi Hıdrellez günü ermeydanına çıkıyorlardı. BEYAZ GÖMLEK ŞEHİTLİĞE İŞARET Eskiden pehlivanlar, kıspeti giymezden önce iki rekat namaz kılarlar, ayaklarına kadar uzanan beyaz gömlekle örtündükten sonra kıspeti giyerlerdi. Böylelikle, hem kıspeti giyerken avret yerlerinin açılması önleniyor, hem de şehit olarak Kırkpınar'ın doğmasına vesile olan iki alperenin hatırası canlandırılıyordu. Beyaz gömlek, şehitliğin işaretiydi. Türk geleneğinde, spor, amaç değil, güzelliklerin savunulmasında bir araçtır. At yarışları, kılıç kalkan, cirit, okçuluk, güreş, lobud, gürz ve mızrak atmak gibi Türk sporlarının hepsi, savaşa hazırlık içindir, insanı eğlendirirken eğitmeğe yöneliktir. Yediden yetmişe kadın erkek herkes sporcuydu, zamanının silahlarını en iyi şekilde kullanırdı. Genç kızlar, ancak, güreşte, ok atmakta, kılıç kullanmakta kendisini yenen kimseyle evlenirdi. Dede Korkut hikayelerindeki anlatılan Bamsı Beyrek - Banı Çiçek hikayesi bunun en güzel misilidir. BİLGİ, KUVVET, CESARET Mimar Sinan'ın şaheseri Süleymaniye Camii yapıldıktan sonra, burada görev alacak imamlarda aranan şatlar sıralanırken, "iyi ata binmeli, idman yapmalı ve yakışıklı olmalı" denmektedir. Yağlı güreşte asıl olan ustalık, bilgi, kuvvet, cesaret ve metanettir. Kilo ve yaş sınırlaması yoktur. Bileği ve yüreği güçlü, 50 kiloluk 60 yaşındaki ihtiyar hak etmişse başta güreşebilir. Geleneksel yağlı güreşte, zaman sınırlaması yoktur. Bugün güreşleri planlanan zamanda bitirebilmek için zaman sınırlaması getirilmiştir. PEŞREV AVRUPA'YA AKIŞIN İFADESİ Peşrev, yağlı güreşçilerin, güreşe başlamadan önce ısınmak için yaptıkları, yağlı güreşin mânâsını anlatan bir çok güzellikler gizli ısınma hareketleridir. Yağlı güreşte, peşrev başlı başına bir destandır. Peşrev, Türkoğlu'nun vatan tutmak için Türkistan'dan Anadolu'ya, oradan da Avrupa'ya akışının ifadesidir, Türkoğlu'nun tarih macerasını anlatır. Peşrev, Türkoğlu'nun sembolleri, 'ok, yay, at, kurt ve kartal'ın figürleriyle donatılmıştır. Türkoğlu'nun, yurt tutmak için tarih boyunca akışı, yüzlerce yıl önce yazılan Şecere-i Terakime (Türklerin Soyu) adlı kitapta, "Oğuz ili göçüp yürümedik yol var mı/Evin tutup oturmadık yurt var mı?" sözleriyle anlatılmaktadır. PEŞREV ANLATILAMAZ Peşrevdeki güzellikler, ciltler dolusu kitapla anlatılmaz. Biz kısaca vermeye çalışalım. Peşrevin başlangıcında, pehlivanlar diz çöküp, sağ elini toprağa dokundurduktan sonra, üç defa, dizine, dudaklarına ve başına götürürler. Bu, "Ey pehlivan, gücün, ustalığınla mağrur olma, topraktan geldin, yine toprak olacaksın, sahip bulunduğun nimetlerin hesabını vereceksin, gücün, malın fazlalığı, mesuliyeti fazlalaştırır. Sendeki bütün güzellikler, güç, kuvvet, Yüce Mevla'nın bir emanetidir. Bunların hesabını vereceksin " mânâsındadır. KISPET KIRK PARÇADIR Güreşçiler, peşrev esnasında, eliyle rakibinin paçasına dokunurlar, ellerini dudaklarına, sonra da başına götürürler. Bu, "Ben pehlivanlıkta, senin ayağının tozu olamam" demektir. İkinci manasıysa, rakibinin en büyük silahı olan paçalarının sağlam bağlanıp bağlanmadığını kontrol etmektir. Bu nasıl spordur ki, rakibinin en önemli silahının çalışıp çalışmadığını kontrol ediyor. Rakipler, birbirlerinin sırtlarını sıvazlarlar. Bu, hem rakibinin iyi yağlanıp yağlanmadığını kontrol etmek hem de helâlleşmektir. Kıspet, 40 parçadan yapılır, bu kırklara, evliyalara işarettir. Kıspetin kasnak sicimine üç düğüm atılır. Birinci düğüm, Allah'a kulluğa, ikinci düğüm Hazreti Muhammed'e ümmet olmaya, üçüncü düğüm de pirin, ustanın hakkına işaretti. Paça bendi, üç kat sarılırdı, bunlar tasavvuftaki; şeriat, tarikat ve hakikat üçlüsüne işaret ederdi. KISPET, ATEŞTEN GÖMLEK GİYMEKTİ Kısacası, Osmanlılar zamanında kurulan Güreş Tekkeleri'nde (Spor Akademileri), tasavvuf, Ahilik terbiyesi ve eğitimi aynen geçerliydi. Kıspet, iki rekat namaza kıldıktan sonra abdestli olarak sırtında yere kadar uzanan beyaz gömlek varken giyilir. Bu şekilde, hem pehlivanın avret yerleri gözükmemiş olur, hem de pehlivan, şehitlerin yâdigârı bir sporu yaptığını hatırlar. Ancak günümüzde pehlivanlar buna dikkat etmemekte, avret yerleri meydanda giyinmektedir. Önceden, ilk defa kıspet giyilişinde Kıspet Giyme Töreni yapılırdı. Kıspet giyen, ateşten gömlek giymiş sayılırdı, artık o pehlivan, kıspetin hakkını vermeye, tam bir alperen gibi davranmaya, haktan, adaletten, ahlâkın en güzelinden ayrılmamaya mâhkûmdu, eğer ayrılırsa güreşten men edilirdi. KISPET KABE'YE GÖNDERİLİRDİ Yenecek rakibi kalmayan pehlivanlar, kıspetlerini asılmak üzere Kâbe'ye gönderirlerdi. Bu, "Ya Rabbi, senin verdiğin güç, akıl, çalışma, cesaret gibi nimetlerle, yenmediğim insan kalmadı, ancak, ben senin aciz bir kulunum. Kulluğum nefsime değil, sanadır. Beni nefsime kul olmaktan, onun azgınlıklarından koru" demektir. Kurtdereli Mehmet Pehlivan'ın kıspetini Kâbe'ye gönderdiği söylenmektedir. YARIN Koca Yusuflar'ın kemikleri sızlıyor