Türk milletinin İslamiyet'i kabulüyle birlikte alpler, alperen olmuşlardır. Türkler için alplik en büyük şerefti. Alp için atı çok önemliydi. Alp atının ismiyle anılırdı. Kıratlı Cotay alp gibi. At, hayatta ve ölümünden sonra alpin arkadaşı sayılırdı. Bu sebeple Şehzade Süleyman'ın Gelibolu Bolayır'daki türbesinin hemen yanında atı da gömülüdür. Bugün bile hâlâ, "Yiğit yiğidin yoldaşı/At yiğidin öz kardaşı"diye söylenmektedir. Alp öyle meziyetlere sahipti ki, bir alp, ordu, devlet kurucusu demekti.Göktürk, Gazne ve Timur imparatorlukları, Kölemen, Anadolu Selçuklu Devleti, Eyyübi, Tulunoğulları Devletleri hep bir alpin kurduğu devletlerdi. Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin silah arkadaşları; Turgut Alp, Saltuk Alp, Aykut Alp, Konur Alp gibi alplerdi. Aşık Paşa (1272-1332), eserinde, alpliğin şartını 9 olarak anlatmakta, iman, akıl, cesaret ve nefsini yenmekle, galibiyette mağlubiyeti aramakla birlikte, iyi bir at ve silahın, alpliğin temel şartı olduğunu yazmaktadır. Galibiyette mağlubiyete kavuşamayan, nefsini yola getiremeyen alperen olamazdı. Alperenlerin kızılelması Osmanlı ve Selçuklu Türklerinin ataları Oğuz Türkleri (Türkmenler), ataları alpler hakkında bu anlattıklarımızda zerre abartma yoktur, tarihi hakikattir. 1876 yılında, Güney Türkistan'da Seyhun kenarındaki Türkmenleri ziyaret eden Amerikalı gazeteci Henry Mac Gahan, "Türkmenler, insanların en cesurları, en mert, en kahraman ve misafirperverleridir. Kadınları da ihtiyaç olduğunda erkekleri gibi korkusuzca savaşırlar. Savaşta, bir Türkmen en az beş düşmana bedeldir" diye yazmaktadır. İşte Kırkpınar, anlatmaya çalıştığımız alperenlerin, kızılelması, ulaşmak için her türlü fedakârlığı göze aldıkları hedefleriydi. Kızılelma, Türkoğlu'nun, can ve mal her türlü fedakârlığı göze alarak ulaşmak istediği hedefiydi. Türkoğlu'nun ilk büyük kızılelması, İstanbul, sonraki de Avrupa'ydı, her Türkün en büyük kızıelması ise şehit olmak, Hakkın rızasına kavuşarak ebedi güzellikler diyarında onunla şereflenmekti. Kızılelma, tabiri de, Bizans İmparatoru Justinianus'un İstanbul'daki heykelinin elinde kızılaltın bir elma vardı. Kızılelma tabiri buradan çıkmıştır. Elma, hem tarihi geleneklerimizde hem de inancımızda efsanevi bir meyvedir, ebedi güzellikler için çalışmayı, "muradı" ifade eder. Kırkıpınar'ın tarihçesini, Kırkpınar'ın nasıl gerçek efsane olduğunu, tarihi, coğrafi ve kültürel gerçeklerle yüzde yüz nasıl uyuştuğunu anlattıktan sonra, şimdi gelelim, Kırkpınar yağlı güreşleri içindeki, ciltler dolusu kitapla anlatılamayacak motiflere, binbir anlamla yüklü güzelliklere. Bunlar öyle motifler, öyle güzellikler ki, günümüz insanlığı bunlardan haberdar değil. Bırakın insanlığı, ne Kırkpınar'da güreşen, bu işten ekmeğini kazananlar, ne de bu güreşleri organize edenler, Kırkpınar tarihi mirasımız diyerek nutuk atanlar haberdardır. Davul üç yerde vurur Yalnızca, peşrevle anlatılan evrensel değerleri günümüz batı insanlığına anlatabilsek, hayretten dona kalırlar, "Bundan 600 yıl önce insanlar böyle bir şey nasıl düşünmüşler" diye. Pehlivanlar, niçin Allah Allah sesleri, Hazreti Muhammed'e salavatlarla Er Meydanı'na gönderilir? Türk askeri, cenge de bu şekilde gönderilir de onun için. Kırkpınar güreşleri, barış zamanında harbe hazırlığı, sahip bulunulan maddi-manevi değerlere sahip çıkmak için, madden ve manen güçlü olmayı sembolize ettiğinden, cenkteki bütün özellikler, yağlı güreşte de vardır. Asker, savaşta, mehter marşlarıyla, yağlı güreşçilerse, davul zurnanın vurduğu kahramanlık türküleriyle coşmaktadırlar. Pehlivanlar, davul zurna eşliğinde dualarla Er Meydanı'na gönderilirler. Türkün hayatında, davul zurna üç yerde vardır: Düğün, savaş ve güreşte. Savaş, sahip olunan güzelliklerin düşmana karşı savunulmasıdır. Güreş ise düşman, nefis ve kötü arkadaşla (çevreyle) savaşa hazırlıktır. Düğün de hayat savaşında en önemli basamaktır. Osmanlılar zamanında ve Cumhuriyet'in başlarında Kırkpınar, Hıdırellez günü başlardı. Nasıl Türk orduları genelde sefere baharda çıkıyorlarsa, pehlivanlar da baharın müjdecisi Hıdırellez günü Er Meydanı'na çıkıyorlardı. Eskiden pehlivanlar, kıspeti giymezden önce iki rekat namaz kılarlar, ayaklarına kadar uzanan beyaz gömlekle örtündükten sonra kıspeti giyerlerdi. Böylelikle, hem kıspeti giyerken avret yerlerinin açılması önleniyor, hem de şehit olarak Kırkpınar'ın doğmasına vesile olan iki alperenin hatırası canlandırılıyordu. Beyaz gömlek, şehitliğin işaretiydi. Türk geleneğinde, spor amaç değil, güzelliklerin savunulmasında bir araçtır. Eğlenirken eğitmek At yarışları, kılıç kalkan, cirit, okçuluk, güreş, lobud, gürz ve mızrak atmak gibi Türk sporlarının hepsi, savaşa hazırlık içindir. İnsanı eğlendirirken eğitmeye yöneliktir. Yediden yetmişe kadın erkek herkes, sporcuydu. Zamanının silahlarını en iyi şekilde kullanırdı. Genç kızlar, ancak güreşte, ok atmakta, kılıç kullanmakta kendisini yenen kimseyle evlenirdi. Dede Korkut hikâyelerindeki anlatılan Bamsı Beyrek-Banı Çiçek hikâyesi bunun en güzel misalidir. Mimar Sinan'ın şaheseri Süleymaniye Camii yapıldıktan sonra, burada görev alacak imamlarda aranan şartlar sıralanırken, "iyi ata binmeli, idman yapmalı ve yakışıklı olmalı" denmektedir. Selimiye Camisi'nin kubbesi, kızıl elmayı hatırlatmaktadır. Yağlı güreşte asıl olan ustalık, bilgi, kuvvet, cesaret ve metanettir. Kilo ve yaş sınırlaması yoktur. Bileği ve yüreği güçlü, 50 kiloluk 60 yaşındaki ihtiyar hak etmişse başta güreşebilir. Geleneksel yağlı güreşte, zaman sınırlaması yoktur. Bugün, güreşleri planlanan zamanda bitirebilmek için zaman sınırlaması getirilmiştir. Ağa, tarihi seyri geleneğimiz içinde, yağlı güreşin temel direği, Kırkpınar'ın ve güreşçilerin hamisi, güreşlerin organizatörüdür. Sahip olduğu zenginliği paylaşmayı, vermeyi, gönül zenginliğini ifade eder. Peşrev tek başına destandır Peşrev, yağlı güreşçilerin, güreşe başlamadan önce ısınmak için yaptıkları hareketler topluluğu diye tarif ediliyor. Fazla iddialı olacak ama, peşrevi bu şekilde tarif etmek, Türk kültürüne, spor tarihimize, ihanet değilse, gafletin en ağırıdır. Yukarıdaki tarif, bırakın peşrevin içindeki kültürel doneleri, kolların kartal kanadı gibi açılması, kurt gibi ileri atılış, at gibi şahlanış şeklindeki maddi öğeleri bile açıklamaktan çok uzaktır. Yağlı güreşte, peşrev başlı başına bir destandır, hem de öyle destan ki, ciltler dolusu kitapla anlatılamayacak Türkün tarih macerasını, spor anlayışını, dünya görüşünü, hayata bakışını, insan tarafını dile getirmektedir. Ne yazık ki günümüzde, pehlivanlar, peşrevin manasından habersizdir ve peşrevi son derece üstünkörü ve lâubali şekilde yapmaktadırlar, buna mani olunmalıdır.