İkinci Plevne muharebesi, Osmanlı Türkleri için, birincisinden çok daha büyük bir zafer olmakla beraber, çok daha kanlı idi. Başkumandan Müşîr Osman Paşa'nın altında üç at vurulup ölmüş, 100 şehit ve 400 yaralı verilmişti. İkinci Plevne muharebesinde, siviller de askerlerle omuz omuza savaştılar. Kadınlar, hastanelerde hizmet ettiler, tabyaların kuvvetlendirilmesine canlarını pahasına yardım ettiler. Kadınlar, hastane, lojistik merkezleri ile Osman Paşa'nın kurmay heyeti arasında Kara Ahmet ve Kırk Kanatlı elemanları koşturup durdular. Öyle ki, büyüklerinin savaşta dahi olsa bırakmayacaksınız dediği beş vakit namazı kılmağa vakit bulamadılar. Yatsı ezanı okunurken, ancak zamanın geçtiğini, kılamadıkları namazları hatırladılar ve kaza ettiler. Kara Ahmet, namaz sonrası Kırk Kanatlı ekibini topladı. Fakat ekibi artık kırk değildi, üç arkadaşı, savaşın en acımasız saatlerinde... kendilerine verilen vazifeyi yerine getirmek... emanet edilen haberleri ulaştırmak için koştururlarken şehit olmuştu. Ahmet dondu kaldı. İki Plevne muharebesinde binlerce ölüme şahit olup, hiç etkilenmeyen Ahmet, üç arkadaşının ölümüyle ölümü yakından hissetmişti. Üç arkadaşının ölümünü, ailelerine nasıl haber verecekti... onların reisiydi... onlardan sorumluydu. Küçük Ahmet'in gönlü böyle bir yükü kaldıramadı. Çöktü, içli içli ağlamağa başladı. Sıcak gözyaşları, Ahmet'in gözlerinden, ağlamanın işareti olarak, üç yıl sonra ilk defa inci tanesi gibi al yanak üzerine dökülüyor, oradan da Plevne toprağına karışıyordu... şehitliğe kavuşan arkadaşlarının al kanları gibi. Ahmet'in hayatta kalan 37 arkadaşı şaşkındı, onun ağladığına hiç şahit olmamışlardı. Ahmet, beş yaşındayken, kendinden üç yaş büyük bir çocuğa güreşte yenilmiş ve ağlamıştı, babası o zaman, "Er olan, kadın gibi ağlamaz. Çok çalışarak rakibini yener ve onu ağlatır." demişti. İşte o zamandan bu zamana Ahmet, ağlamamıştı, ama şimdi ağlıyordu. Bir el Ahmet'in omuzuna dokundu. Göz yaşları arasında baktı, Hikmet Dedeydi, çökmüş, al yanaklarından gözyaşlarını silmeğe, Ahmet'i teselli etmeğe çalışıyordu. Ahmet, Hikmet Dedenin, göğsüne kapandı. Hem ağlıyor, hem de "Öldüler Hikmet Dedem, üç arkadaşım öldüler. Anne babalarına bunu nasıl sülerim." diye çırpınıyordu. Hikmet Dede, Ahmet'i saçlarından okşayarak göğsüne iyice yasladı. Yüce Mevla'nın işlerinin hikmetinden sual olunmazdı. Bu nasıl savaştı böyle, sekiz yaşındaki çocuklar, savaşın bir parçası olmuşlar, savaşın acımasızlığını, korkunç yüzünü bütün hücreleriyle yaşıyorlardı. Hikmet Dede, bunda da bir hikmet vardır sözünün çaresiz kalacağını hissetti, ama yine Ahmet'le konuşmalıydı, anlatmağa çalıştı: -Ahmet'im, yiğidim, onlar ölmediler, onlar şehitler. Allahü teala Kur'an-ı kerimde, Allah yolunda öldürülenlere ölüdürler demeyiniz, onlar diridirler, ancak siz bilemezsiniz, buyuruyor.Merak etme, anne-babalarına ben sülerim. Birlikte ölen arkadaşlarının ailelerine gidelim. Müjdeli haberi verelim. Takım komutanı olarak sen de yanımda ol. > DEVAMI VAR