Kara Ahmet, ustasının acele niçin Selanik'e yola gelmek istediğini merak ediyordu. Ustası, demir yoluyla mı yoksa deniz yoluyla mı geleceğini açıklamamıştı. Bu sebepten Ahmet, bazen tren istasyonuna bazen de limana gidiyordu. Ama bu akşam olduğu gibi çoğunlukla limana gelip burada bekliyordu ustasını. Her gelişinde de dört yıl önceki hadiseyi tekrar yaşıyordu. Ahmet, Kızılelmayı birlikte yiyeceği kızı bulma hususunda ümidini iyice yitirmişti. Ustası, sıkıştırmada aramayı tamamen bırakacaktı. Ahmet, sahil boyunda, gözleri güneşin battığı yerde bekliyordu, İstanbul'dan gelecek, ustasını getirecek gemiyi. -A be kızanım hayır olsun. Büle neyi beklersin? Deniz ufkunda kızılelma şeklini alarak batan güneşle hülyanın sonsuz derinliklerine dalan Ahmet, sese döndü. Gördüklerine inanamadı. Karşısında gülen gözlerle ustası Hergeleci İbrahim, dev gibi cüssesiyle Filiz Nurullah ve dünyada en son görmek isteyeceği kişi... Rum Pierri vardı. Ahmet, yerinden fırladı, "hoş gelmişsin ustam" dedi, ellerine sarıldı. Vay benim Filiz gibi ince endamlı yiğit agam" takılmasıyla Filiz Nurullah'a sarıldı, ama, 160 kiloluk Filiz'i kuşatamadı. Ahmet'in sözleri Filiz'in hoşuna gitti, Ahmet'i iyice sıkarak, "Şöyle bir sağlam sıkayım da seni de Filiz gibi yapayım" dedi. Ahmet, kemiklerinin birbirine geçtiğni zannetti. Pierri de şöyle bir hoş geldin diyen Ahmet, ustasına döndü: -Hayır olsun ustam, sizi apar topar Selanik'e getiren ne? Araya Filiz girdi: -Ne olacak be Ahmet, senin kara gözünü kara kaşını çok özledik, hasretine dayanamayıp geldik. Ahmet güldü. Ustası gayet ciddi bir şekilde söze karıştı: -Te be oğlum. Frenk diyarlarında yine neler yaptın? İş Padişah efendimize gitmiş. Bizi Sultanımız gönderdi. "Bizi Sultanımız gönderdi sözleri" Ahmet'i telaşlandırdı, ustasına baktı, şaka mı söylüyor diye, gayet ciddi gözüküyordu. Paris, Petesburg ve diğer Avrupa şehirlerinde yaşadıklarını düşündü. Rus pehlivanı yumruklamaktan başka bir vukuatı olmamıştı.Onunla ilgili de Padişahla görüşmüştü. Bir de, Fransız kızı Benoite ile istemeden yaşadıkları. Acaba bir iftiraya mı uğramıştı? Hergeleci, üzgün üzgün konuştu: -Haydi oğlum, burada bir kahvede oturalım, ne yapacağımızı konuşalım. Sahildeki bir kahveye gittiler. Ahmet'in kafasında bin bir düşünce çarpışıp duruyordu, ustasına da soramıyordu. Kahvelerini içtiler. Ustası da havadan sudan konuşuyor, ama niçin geldiğiyle ilgili tek bir kelime söylemiyordu. Ahmet'in meraktan çatlayacak, üzüntüden eriyecek hale geldiğini gören Hergeleci, insafa geldi. Azabı daha fazla uzatmayalım düşüncesiyle Ahmet'i atlas bir torba uzattı: -Buyur evladım. Padişah efendimizin sana yazdıklarıdır. İçinde ne yazar bilmem. Gazi Osman Paşamız, bu mektubu verdi. Ve, bu Rum ve Filiz Nurullah ile birlikte bir an önce seni bulmamazı ve mektup yazdığı şekilde davranmamızı söyledi. Hele oku da biz de ne yazdığını öğrenelim. Ahmet, koru tutar gibi Padişah'ın mektunu aldı. Almasıyla avuçlarının yandığını hissetti. Elleri titreyerek atlas torbayı açtı. > DEVAMI VAR