Hakemin düdüğüyle güreş başladı. Daha doğrusu Kara Ahmet denen fırtına esmeğe bütün şiddetiyle esmeğe koyuldu. Sağlı sollu elenselerle Hitzler'e nefes aldırmıyordu. Hitzler, geri geri kaçmaktan başka bir şey yapamıyordu. Seyirci, "Hadi Hitzler, beş dakika dolmak üzere bitir şu Türk'ün işini.", "Geri geri kaçmakla Türkü nasıl yeneceksin" diye dalga geçiyordu. Hitzler kaçıyor, Ahmet kovalıyordu. Ahmet, yeteri kadar kovalamaca oynadığına karar vermiş olmalı ki, Hitzler, elenseden korunmak için geriye doğru kaykılıp, belini açık bıraktığı anda, davrandı. Hitzler'i belinden yakaladı, yere indirdi. Yerde zaptedip sağ kolunu rakibinin sol koltuk altından sokarak tek kle oyununu aldı. Yüklendi, fazla zorlanmadan sırt üstü çevirdi. Güreş başlayalı yalnızca beş dakika olmuştu. Hitzler, söylediği gibi beş dakikada yenememiş, onun sözünü Ahmet yerine getirmişti. Salon, "Bravo Türk", "Bravo Karamel" sesleriyle çınladı. Sıradaki rakip Rus şampiyonu Pytlasinski idi. Rus güreşçi ile 12 Temmuz'da karşılacaktı. Pytlasinski, 1898'de ilk defa yapılan Paris Cihan Şampiyonluğu güreşlerinde, Paul Pons'un arkasından ikinci olmuştu. 1899'daki Cihan Şampiyonluğu'na katılmamıştı. Kara Ahmet, Pytlasinski ile daha önce iki defa karşı karşıya gelmişti. 17 Ocak 1900 yılındaki ilk güreşte, Ahmet, rakibini arkadan belinden kavrayıp yere indirmişti. Ancak, Pytlasinski, Ahmet'in kolunu koltuk altına sıkıştırıp yerde dönünce yedinci dakikada yenmişti. 29 Ocak'taki ikinci güreşte, Ahmet, rakibini belinden tutup, kaldırıp sırt üstü mindere vurduğunda güreş başlayalı yalnızca 53 saniye olmuştu.. Ahmet, 12 Temmuz'a kadarki altı günlük boşlukta, Viyana'yı gezdi, fazla idman yapmadı, dinlendi. Pytlasinski, gazetelere verdiği demeçte, "Ahmet ile Paris'te yarım kalan bir hesabımız var, onu bitireceğim" diyordu. Viyana'da gördükleri, Ahmet'i iyice hırslandırmıştı. Şimdiyse rakibi Rus'tu. Ahmet, Rus deyince 1877-78 Osmanlı-Rus Harbini, Plevne'yi, katledilen, göç yollarında telef olan yüzbinleri hatırlıyordu. Pytlasinski de bir Rus'tu. Ahmet'in Ruslarla bitmeyen hesabı vardı. Ahmet'in unutamadığı bir kişi vardı, Parisli dilber Benoit, kavuştum derken kaybettiği... Ona kavuşmak, onu bulmak için yapacağı bir şey yoktu, güreş kovalamaktan, ülkeden ülkeye, şehirden şehre güreş peşinde koşmaktan başka... Ahmet de bunu yapıyordu. Ahmet'in herkesten gizlediği bir rahatsızlığı vardı. Zaman zaman ayakları şişiyordu. Bu zaman ayakları kendisine çok ıstırap veriyor, üzerine basmakta zorlanıyordu. Bu rahatsızlığı, Conte De Chambre'ye, misafir olup, onun yemeğini yedikten sonra başlamıştı. "Acaba, Conte bir şey mi yaptı, yemeğime bir şey mi kattı." diye aklına gelmişti, ama, kafir de olsa, sui zan etmemeli" diyerek bu düşünceyi aklından uzaklaştırmağa çalışmıştı. Ama başaramamıştı. Benoit, aklına geldikçe bu düşünce beynini kemiriyordu. İşin tuhafı, kalbi de sancımağa başlamıştı. Rus Pytlasinski ile yapacağı güreş öncesi yine rahatsızlanmış, ayakları şişmeğe başlamıştı, ama kimseye bir şey söylemedi. "Ölsem de bu Rus ile güreşmeliyim." diyordu. > DEVAMI VAR