Amerikalılar Yusuf'u anlamıştı -303-

A -
A +

İki kafadar Bob Fitzsimmons ve Martin Julian'ın da gerekli anda Roeber'in yardımına yetişmeleri için bütün dalavereyi birlikte hazırladıkları belli. Roeber, kazanma şansı kalmadığını anlayınca pek adi bir faul feryadı kopardı. Bu Julian ve Fitzsimmons için sahneye fırlayıp işi kavgaya çevirmek için bir işaretti. Güreşçi Charlie Wittmer, 'Roeber sadece gazete sayfalarında güreşçidir, dört yıldır onu minderde yakalayabilmek için kovalıyorum, bir türlü güreş yapmağa yanaşmıyor.' diyor. Roeber gibi Greko-Romen güreşte Amerika şampiyonu diye dolaşan bir kişinin, Türk karşısında düştüğü aciz, komik durum göz önüne alınırsa, Türk'ün nasıl müthiş bir güreşçi olduğu meydana çıkar." Evet, İllustrated Police News gazetesi, güreşi bu şekilde anlatıyordu. Bu olaylarda en çok dikkati çeken husus, özellikle bir kısım basının vahşi ilan etme çabalarına rağmen, Amerikalıların, Yusuf'un, gayet sakin ve akıllı, ahlaklı, mert insan olduğunu anlamış olmalarıydı. Yusuf'un içinde bulunduğu ruh halini ve gerçek sporcu kimliğini, sporun ruhuna olan sadakatini Amerikan basını da mükemmelen farketmişti. 2 Mayıs 1898 tarihli The World gazetesi, "MüthişTürk Yousouf'un Efendisi Sultan'a gönderdiği ve elimize geçen mektubu" başlığı altında Yusuf'un ağzından Amerikalı bir gazetecinin, kendi kendileriyle dalga geçmek için yazdığı esprili bir yazı yayınladı. Bu yazı, Amerika'da büyük gürültü kopardı. Amerikalıların, Osmanlı Devletine, İslâmiyete, Padişah İkinci Abdülhamid Han'a ve Yusuf'a bakışını göstermesi açısından bu yazıyı veriyoruz. Mektup şeklindeki yazı aynen şöyleydi: "Ey yerlerin sultanı, cihanın hakimi, peygamberlerin torunu, inananların başbuğu, selam sana! Ey efendilerin en kibarı ve en soylusu, bu inkarçı köpeklerin müthiş Türk dedikleri İsmail Yousouf'tan sana selam. Bilesin ki efendim, iki aydan beri vahşi Amerikan topraklarındayım ve eğer iki aydır bir haberimi alamadıysan bu önemli haber yokluğundandır. Bizimki gibi asil insanlar, asil sporcular, sporların en asiliyle uğraşanlar için burası pek sıkıcı bir diyar. Burada güreşen, ya da gavurların usulünce yumruklarıyla kavga edenler, Haliç'te sandalların çarpışan kayıkçıları veya kocakarılar gibi durmadan ve bütün güçleriyle bağrışarak ve birbirlerini suçlamakla vakit geçririyorlar. Bu Amerikalılar, gerçekten çok geveze insanlar. Sesleri kısılıp yüksek sesle konuşamayacak hale gelince basın sözcüsü dedikleri netameli küçük adamları, adına gazete dedikleri bazı gündelik yayınlara gönderir birbirleri aleyhine akla sığmaz suçlamalarda bulunuyorlar. Efendim, Şayet 30 Nisan gecesi Metropoliten Opera Sarayı denilen müzik salonunda benim başıma da çok üzücü bazı olaylar gelmeseydi, hizmetkarın bunların hiçbirini kalemine dolamazdı. O gece, bu garip diyarın en değerli güreşçisi olan Ernest Roeber adındaki bir Hıristiyanla güreş tuttum. Bir ay önce de yine kendisiyle Madison Square Garden nam alanda karşılaşmıştık. Sarığımla cübbemi çıkarıp kendisine bütün gücümü gösterdiğim zaman küçük Frenk, eşeğin semerinde zıplayan bir pire gibi yerinden fırladı. Bu minnacık adamın bir yerini incitmemek için yumuşakça ve nezaketle elimi kendisine her uzatışımda bir yerden diğerine sıçrayıp durduğunu gördüm. İşte o zaman hiddetlendim ve rakibimin ölümüne karar verip kemiklerini kırmak üzere sağ kolumu uzattım. Birden garip bir şey oldu ve rakibim bir kelebek gibi havada uçmağa başladı.. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.