Yusuf, biraz daha bakmağa devam ederse, evden ayrılamayacağını, Sultanın emrini yerine getiremeyeceğini hissetti, el salladı ve hızla talikaya bindi, "Sür, efendi, Şumnu'ya!" dedi. Bilinmezlere doğru uzaklaşan talikanın arkasında baka kalan gözü yaşlı dört canın, bedenleri gidenin arkasında koşamadı, ama mesafe bilmez gönülleri onunla birlikteydi. Gülçehre, anlatılamaz duygular içindeydi. Bu ayrılık diğerlerinden çok farklı olmuş, onu çok yaralamıştı. Gönlüne düşen, kara sevdalısını, evlatlarının babasını, bir daha göremeyecekmiş düşüncesini uzaklaştırmak istedi, ancak başaramadı, bu his, kor oldu, bedenini, gönlünü yaktı. Gözleri ufukta kaybolan talikada, gönlü, o talikanın içindeki yiğidinde, aklı, o yiğidin ayrılırken, evlatlarına söylediği "Merak etmeyin döneceğim, hem de çok yakın zamanda", kendisine fısıldadığı "Ne olur, hakkını helal et, bu son ayrılığımız olacak" sözlerindeydi. Yusuf, inşallah, Allah izin verirse demeden, hiçbir zaman böyle sözler demezdi. Ne olmuştu da bu sözleri kullanmıştı. Anlaşılan, bu son ayrılık Yusuf'a çok zor gelmiş, aklını başından almıştı. *** Evet aklı başında değildi. "Pehlivan evladım, Yusuf'um sana yine yol gözüktü. Senin Avrupa'daki başarıların okyanuslar ötesine, Amerika'ya, yeni dünyaya ulaşmış. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı, benden seni ülkesine göndermemi istedi. Amerikalılar, kuvvete aşık insanlardır. Bunlara en güzel cevabı, ancak senin gibi hem pehlivanlığı, hem gönlü, hem de lakabı 'Koca' olan biri verebilirdi. Seni siyasi ilişkiler açısından resmen gönderemiyoruz. Pierri, Tom Cannon ve Doublier ile görüşüldü, onlar Paris'te seni bekliyorlar. Onlarla birlikte Amerika'ya gideceksin. Görünüşte resmi bir hüviyetin olmayacak. Ama hiçbir zaman Osmanlı Devletini temsil ettiğini unutmayacaksın. Tıpkı Fransa'da olduğu gibi Amerika'yı, Amerikalıyı anlamağa çalış. Kısmet olursa, dönüşte, bana yaşadıklarını, anladıklarını, intibalarını anlatırsın. Ölümlü dünya, kim ölür, kim kalır bilinmez. Seni kaç seferdir yoruyor, sevdiklerinden ayırıyoruz, hakkını helal et." demişti, Osmanlı mülkünün padişahı, Müslümanların halifesi. Şimdi, okyanus'un dalgaları arasında Amerika'ya doğru yol alan gemide, yönü ve gönlü geldiği diyarlarda olan Yusuf, yaşadıklarını anlamağa, anlamlandırmağa çalışıyor, ama nice bin soruya cevap bulamıyordu. Paris'te, ilk önce Osmanlı sefirini bulmuş, ondan sonra gelişmeler çok hızlı olmuştu. Rum Pierri, Tom Cannon ve Doublier ile biraraya gelinmiş, anlaşma yapılmıştı. 11 Ocak 1898 tarihli bu anlaşmaya göre, 1 Şubat ile 31 Haziran tarihleri arasında beş ay süreyle Amerika'da yapacağı karşılaşmalar için Yusuf'a yemek ve yatma masrafları ödendikten sonra ayda 17 Osmanlı altın lirasının karşılığı olarak 80 dolar ödenecektir. Yusuf'un gemiyle kendisine doğru ilerlediği Amerika'da, 1898'li yıllarda, spor tamamen eğlence niyetiyle yapılıyordu. Bu sebeple, Sandow gibi, işi sirk cambazlığına vuran ve gazetelerde türlü oyunlarla reklam sağlayanlar daha çok tutuluyordu. Çelik gibi yapıya sahip olan Sandow, Amerika'nın en önemli sporcularındandı. Özel bir çalışma usulü bulmuş, kendi adıyla anılan jimnastik aletleri geliştirmişti. Güreşten ağırlık kaldırmaya kadar her türlü gösteriler yaparak dünyayı dolaşıyor, herkese meydan okuyordu. Öyle ki bir aslanla bile güreşmeğe kalkışmıştı. Devamı var