Yusuf, elinden tutarak Ahmet'in yerden kalkmasına yardım etti. Yusuf'un eli demir pençe gibiydi. Ahmet'in elini sıktı. Ahmet, parmaklarının birbirine geçtiğini, acıyla birlikte, o ellerden gönlüne ılık, içini genişleten, gamını alıp götüren bir şeylerin aktığını hissetti. Yürüdüler, şifalı kumlar üzerinde, ebedi güzelliklere götüren mekâna doğru, yaradılış gayesine yönelmek için.... *** -Bak işte geliyor. -Hani nerede? Göremedim. Beşiktaş... Hayrettin Paşa'nın türbesinin hemen dibi... Kendisine burada yer bulabilmiş Kara Ahmet, yükselebildiğince yükseldi. Ama gelen arabayı yine göremedi. Türbenin demirparmaklıklarına yapışarak kendini çekebildiğince yukarı çekti, sanki duvara yapışmış, duvarın bir parçası olmuş gibiydi. Hemen yanında, Said Beşir de aynı durumdaydı. Yıldız yokuşundan Beşiktaş'a doğru gelen saltanat arabasını gördü. Nedendir bilinmez, bir anda Ahmet'in gönlüne Gazi Osman Paşa, düştü. İstanbul'a geleli altı sene olmasına ve o kadar çok arzu etmesine rağmen şehit olan babasının yerine koyduğu Osman Paşa'yı görememişti. Padişahın, Gazi Osman Paşa'yı Mâbeyin Hümâyun Müşirliği'ne, tayin ettiğini ve hiç yanından ayırmadığını işitmişti. Ama cesaret edip, Gazi Osman Paşa'ya ulaşan yolları zorlamamıştı. Ahmet için, Osmanlı padişahının yanındaki kişiye ulaşmak, kaf dağındaki anka kuşuna varmaktan daha zordu. Çardak'tan döndükten sonra, Ahmet, bir müddet ortalıkta gözükmemişti. Ali Raif beyle idmanları sıklaştırmış, üzüntüsünü çalışarak unutmak istemişti. Fırsat buldukça da İstanbul çevresinde güreşlere katılmıştı. Ustası Hergeleci İbrahim, güreşe katılan pehlivanların durumuna göre zaman zaman başta güreşmesine müsaade etmişti. 1894 yılının Ekim başlarında bir cuma sabahı. Abbas Halim Paşa'nın Emirgan'da, Boğaz kenarındaki konağında Ahmet, ısınma turları yaparken, Said Beşir gelmiş, "Padişahımız ve halifemiz Abdülhamit Han, bugün, cuma namazından sonra, Haliç'teki tersaneye gidecekmiş. Ne dersin, Beşiktaş'a gidip geçişini seyredelim." demişti. Kara Ahmet de severek kabul etmişti, işte şimdi, Hayrettin Paşa'nın türbesi yanında, Padişahın geçmesini bekliyorlardı. Ahmet, daha önce Abdülhamit Hanı hiç görmemişti. Padişahın ismini, Plevne'de, gönderdiği nişan sebebiyle duymuştu. Gazi Osman Paşa, onbinlerce asker huzurunda, "Padişah efendimiz Abdülhamit Han, bir kıt'a murassa nişân-ı Osmanî, bir kılıç ve iki donanmış at göndemiş. Şevket Paşa'nın gıda konvuyla bizlere ulaştı. Nişan, benim değil sizin hakkınızdır. Bu nişanı sizin adınıza, her üç zaferde fedakarca çalışan, anne-babası şehit olan Kara Ahmet'e, Kırk Kanat reisine vermek istiyorum." diyerek Padişahın gönderdiği süslü, yıldızlı nişanı onun boynuna takmıştı. Daha sonra, nişanı Osman Paşa'nın karargahına teslim etmişlerdi. Ahmet, o zaman ismini işittiği Padişahı, Müslümanların Halifesini görmek üzereydi. Ahmet, 1877-78 Osmanlı Rus Harbi sırasında, İstanbul'a göç etmek zorunda kalanların bir kısmının, Abdülhamid Han, aleyhinde konuştuklarını işitmişti, buna karşılık Gazi Osman Paşa'nın, Abdülhamit Han'ı çok sevdiğini iyi hatırlıyordu. > DEVAMI VAR