Beklenen oldu

A -
A +

Mümin Hoca, İstanbul'a ilk gelişinde Ihlamur semtindeki Hacı Hüseyinbağında Şumnulu Kuru Rüstem Pehlivan'ı, yine aynı yerde İstanbul'da yenmedik pehlivan bırakmayan Arap Said Pehlivan yendi. Kartal'da, Kurtdereli Mehmed Pehlivan ile yaptığı güreşte berabere kaldı. Erenköy'de, Erenköylü Osman Pehlivanı,Yalova'da (Yalıova) Kurtdereli Mehmed Pehlivanı ve Bursanı Misi köyünde Mihalıçlı Araboğlu İbrahim Pehlivanları yendi. Bütün bu güreşlerden sonra Mümin Hoca, tam bir efsane oldu. Halk onu ve güreşlerini görmek için akın akın koşar oldu. İlk görenler, "Bu kadar küçük yapılı, 1. 80 boyda 90 kilo ya var ya yok çolak kollu molla, bütün bu pehlivanları nasıl yendi, muska falan yazarak mı başarıyor" diye düşünüyor, bazı da bütün kerameti boynunda taşıdığı muskaya bağlıyordu. Hatta, bu muskayı çalmak için teşebbüse geçenler olmuştu. Güreşseverler, ne zaman ki onun güreşlerini seyrediyorlar, o zaman bu çolak kollu mollada ne korkunç kuvvet ve zeka olduğunu, o çolak kolun onun nasıl gizliği silahı olduğunu anlayarak biraz olsun anlıyorlardı. Ünü bütün Osmanlı'ya yılmıştı. Herkesten önce Yusuf, Molların yaptığı güreşleri duymuştu. Özellikle Selanik ve Sarışabanda Adalı'yı üç defa kısa zamanda yenmesi onu çok şaşırmıştı. Aliço'nun çırağı Adalı Koca Yusuf'u çok zorlamıştı. Onu iki güreşte yenmiş, iki güreşleri yarıda kalmış, bir güreşleri de berabere itmişti. Molla ise Adalıya çok büyük bir üstünlük sağlamıştı. Yusuf'u güreş hayatında, en fazla zorlayan Hergeleci İbrahim olmuş, onunla bir defa güreşmiş ve berabere kalmış, ondan sonrada Mümin Hoca İstanbul'a gelinceye kadar bir daha güreşmek kısmet olmamıştı, hiçbir pehlivan karşısında Hergeleci karşısında zorlandığı kadar zorlanmamıştı. İşittiği kadar, Mümin Hoca, boyu posu, güreş tarzıyla Hergeleci İbrahim'e benziyordu. Yusuf'un rüyalarını Mümin Hoca, doldurmağa başlamıştı. Rüyasında onunla güreşiyor, yeniyor ve yeniliyordu. Açık olan bir şey varsa, Mümin Hoca, Yusuf'u huzursuz ediyordu. Bu korku değildi, pehlivanlıkta kendini zorlayacak bir rakibin varlığının getirdiği tedirginlik ve heyecandı. Onunla karşılaşmayı çok istiyordu. Efsane olmuş birisiyle karşılaşmak, çok usta biriyle güreşmenin verdiği sonsuz zevki, güzelliği yaşamak istiyordu, yenmek yenilmek umurunda değildi. Aslolan böyle biriyle kıran kırana güreşmek, böyle bir güreşin zevkine varmaktı. Mümin Hoca'nın İstanbul'da fırtına gibi estiği, yenmedik pehlivan bırakmadığı 1894'ün bir Eylül gününde, Yusuf'un yolu da İstanbul'a düşmüştü, daha doğrusu, gönlünü dostlarının ayrılık hasreti yakmıştı. Yalnızdı, yanında, Filiz Nurullah ve Küçük Yusuf yoktu, onları birlikte güreş kovamaları, kendisinin himayesi olmadan daha iyi pişmeleri için izin vermişti. Yusuf, ilk önce Üsküdar Nuh Kuyusu'ndaki Abdülfettah'ı Akri hazretlerinin dergahına koştu. Ona daha, çocukluk günlerinde, insanların şenlendirdiği bir yerleşim yerine, herhangi bir diyara gidilince ilk önce o yerin manevi büyüğü ziyaret edilir, eğer hayatta böyle bir büyük yok ise vefat etmişlerin kabirlerine gidilerek dua edilir diye öğretmişlerdi. Dergahta, Said Efendi ile görüştü, dualarını aldı. Hayret etti, Said Efendi yaptığı bütün güreşlerini biliyordu. Said Efendi, Yusuf'a, "Bre Yusuf, Mümin Hoca, İstanbul'dadır. Sizi mutlaka karşı karşıya getirecekler, sakın ola molladan güreşçi olur mu diye düşünmeyesin. Güreşinizin baş hakemine de itiraz etmeyesin. " dedi. Yusuf, Said Efendi'nin niçin böyle konuştuğunu anlayamadı, Allahü tealanın sevgili kulu söylediğine göre bir hikmeti vardır diye düşündü. Ve beklenen oldu. Yusuf'un İstanbul'da olduğunu haber alan güreşseverler, hemen devreye girdiler. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.