Gülçehre'nin kucağında, gözleri yumuş yumuş bir bebek vardı. Yusuf'u gören Gülçehre'nin ağzından, duyulur duyulmaz bir feryat çıktı: -Efendim, sen ha? Yusuf, zor konuştu, eli ayağı birbirine dolaştı: -Benim. Peki bu kucağındaki? Gülçehre, bütün kainatı kuşatan bir tebessümle gülümsedi: -Kızımız...Hatice... Anam, Çavuş Nine'nin ismini koydu. Yusuf, Çavuş Ninesi'nin kızı Hatice'nin yüzünde gülümsediğini görür gibi oldu, göz pınarlarından aşağıya bağrına doğru kayan ve değdiği yeri yakan iki damla gözyaşı bunu doğruladı. Yusuf, bebeği, Gülçehre'den almak istedi, ama nasıl tutsun bilemedi, o koca elleri, bebeği tutmayı beceremedi, Gülçehre, güldü, gülmesiyle birlikte, Yusuf'un gönlünde binlerce gül açtı, açan güller bütün Deliorman'ı, oradan da kainatı kuşattı. HHH Deliorman'da harmanlar kaldırılmış, düğünler başlamıştı. Tabii ki düğünlerle birlikte güreşler de. Yusuf da düğünlere çağrıldı. Başka zaman, güreş, dünyanın öteki ucunda da olsa, hemen koşan Yusuf, bu sefer, düğün davetiyelerini kabul etmiyordu, onun için varsa yoksa Gülçehre ile kızı Hatice vardı. Bütün vaktini onlarla geçiriyor, "Pehlivan adamın pehlivan oğlu olur" diye takılanlara gülerek, "Pehlivan adamın pehlivan damadı olur" cevabını veriyordu. Yusuf, bir davete hayır diyemedi. Davet sahibi, Çavuş Ninesi'nin kardeşinin oğluydu. Ova Söğütlüsü, Şumnu'nun 15 kilometre kuzey doğusunda, Yenipazar bucağına bağlı, çok güzel, ahalisi zengin, pehlivanları çok seven ve zorlu pehlivanlar çıkaran bir köydü. Yusuf, Filiz ve Küçük Yusuf'u yanına alarak Karalar köyünden ağalarla birlikte düğünden iki gün önce yola çıktılar. Yolcular at ve arabalara binmişler, önlerinde, düğüne hediye olarak götürdükleri, koyun, keçi, dana gibi hayvanlarda oluşan koca bir sürü yürüyordu. Önce Kalaycık Köyü'ne geldiler. Kalaycık, Karalar'ın altı yedi kilometre doğusunda olduğu için, arazileri bitişikti. Tamamen Türk olan bu köy halkı, Karalar ile komşu oldukları için Yusuf'u kendi pehlivanları bilir, ölesiye severlerdi. Bir gece burada kalmaya, ertesi gün bu köyden düğüne gideceklerle birlikte yola devam etmeğe karar verdiler. Salih Ağa'nın konağında, akşam namazı sonrası, sofraya oturduklarında, Yusuf'un bir şey dikkatini çekti. Filiz, sofrasıyla oturmasıyla birlikte yemeklere saldırmıştı, Yusuf sordu: -Bre Filiz, besmele çektin mi? Filiz şaşırmış boynunu bükerek gayet masumane cevap verdi: -Besmele mi Yusuf, agam, çekmedim, yemeği gördüğümde benim aklıma hiçbir şey gelmez. Şaşırma sırası Yusuf'taydı: -Neee? Sen yemeği görünce besmele çekmeyi unutuyor musun? Filiz, masum masum baktı: -Ne yapayım Yusuf agam, yemeği görünce hiç bir şey aklıma gelmiyor, herşeyi unutuyorum. Yusuf, ne yapsın bilemedi: -Dur Filiz, yemeğe başlama. Filiz, idama giden kimse gibi üzüldü: -Ama Yusuf agam, bu güzel yemekler önümdeyken yemeden nasıl dururum. Yusuf, elinde olmadan güldü: -Başlayacaksın ama önce euzü besmele çek. Filiz, yemeklere bir an önce kavuşmak için şöyle can-ı gönülden öyle bir besmele çekti ki, oradakilerin hepsi güldü. Ve besmele daha tamamlamadan yemeklere öyle bir gömüldü ki, koyun sürüsüne dalan aç kurt, Filiz'in yanında yaya kalırdı. Herkes endişe içindeydi. İkiyüz kiloluk cüssesiyle yemeklere karşı hücuma geçen Filiz Nurullah'ı durdurabilmek, sulh yapabilmek için kaç somun ekmeğe, kaç kuzuya kıymak gerekecekti? Yusuf ve beraberindekiler, bir şeyler atıştırmak yerine endişe içinde, sofradaki yemeklerle meydan savaşına girmiş Filiz'i izliyorlardı. Filiz-Yemek Meydan Savaşı başlayalı şöyle bir on dakika olduktan sonra kimsenin, özellikle de Koca Yusuf'un beklemediği bir şey oldu. > Devamı var