-Babaa! Seslerin en güzeli, en anlamlısı Yusuf Pehlivanı durdurdu, onu en hassas yerinden vurdu, endişelerini doyumsuz, tarifsiz bir sevince çevirdi, seslerin en tatlısına döndü. Baba diyen kızı Hatice'ydi. Ciğerparesi koştu, Avrupa'yı dize getiren pehlivanlar pehlivanı da dayanamadı, bugüne kadar yapmadığı birşeyi yaptı, o da koştu. Bir kelebeği tutarcasına kuzusunu kucakladı. Doya doya kokladı. On yaşını doldurmak üzere olan ilk göz ağrıları Hatice de, gözyaşları içinde babasının boynuna sarılmış, babacığım babacığım diye ağlıyordu. Bu sırada poturunun çekildiğini hissetti. Baktı, sekiz yaşındaki İsmail ve altı yaşındaki Osman'dı. Onlar da baba baba diyerek, bacaklarına sarılmışlardı, eğildi, ikisini birden tek koluyla kucakladı ve doğruldu, üç meyveli koca bir çınar ağacına benzemişti. -Aranızda bize yer yok mu beğim? Seslerin en tatlısıyla yıkandı Koca Yusuf, hücreleri tekrar hayat buldu, gönlünde binbir çeşit gül açtı, yavaşça yönünü çevirdi, işte karşısındaydı, gönlünün sultanı, ciğerparelerinin anası. Boynunu bükmüş, yaşlı gözlerle yiğitler yiğidi beyine, gönlünün efendisine bakıyordu. Yusuf, kendini zor tuttu, kucağındakileri bırakıp, Gülçehre'sine koşmamak için. Yapamadı, koşamadı, al yazmalısına, kara sevdalısına. Ciğerpareleri kucağında Gülçehre'sine yaklaştı, gönülden gözlere, oradan da kendisine ulaşan sevgi, hasret ışıklarıyla kuşatıldı, konuşamadı, sanki dili tutuldu, en küçük oğlu Osman, "Ana, bak babam gelmiş, artık gitmeyecekmiş, deyince, söylemez dili söyler oldu. "Sizin yeriniz gönlümün her zaman sıcak yaz köşesinde" dedi, çocukları yere bıraktı, Gülçehre'yi ellerinden tuttu, Gülçehre, karşı koymasına fırsat bırakmadan, Yusuf'un elini öptü. Yusuf, ne yapsın bilemedi, ancak, elinin öpülmesi karşısında zaten ağır olan yükünün çok daha ağırlaştığını hissetti, Gülçehre'yi sağ kolu, çocukları da sol koluyla kuşattı: -Gülçehre'm, elimi öpmek, dileğin dileğim, sevdiğin sevdiğim, beklediğin beklediğim demekle, gönül yükümü daha da ağırlaştırdın. Gülçehre, gülümsedi: -Niyetimiz, yüküne yük eklemek değil, bir nebze olsun yükünüzü alabilmekti. Yusuf, kara sevdalısına söylemek isteyip de söyleyemeyemenin dolmuşluğundaydı, mevzuyu değiştirmezse, dayanamayacağını hissetti. Kendisini yıldırım vurmuş hale getiren meseleyi sordu: -Gülçehre'm, yüreğim ağzıma geldi. Bu ne haldir? Başınıza bir şey geldi zannettim. Evimizin yerinde yükselen bu konak ne? -Efendimizin düğün hediyesi. Yusuf, şaşırdı: -Bre düğünümüzden onbir sene sonra bu düğün hediyesi neymiş? Koca bir konağı hediye eden cömert kimse kimdir? -Padişah efendimiz. Geçtiğimiz yaz, Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Hıdrellez gününde inşaata başladılar, üç ay içinde tamam ettiler. Ulu Hakan Abdülhamid Han'ın bu ihsanı karşısında ne desin, ne söylesin bilemedi Koca Yusuf, bu anlamlı hediye karşısında eridiğini hissetti. Gönül ehli hükümdar, Frenk diyarındaki başarılarını böyle mükafatlandırmıştı. Evleri dökülüyordu, Yusuf, güreş peşinde koşarkan, ev ile ilgilenememiş, ha bu sene, ha bir dahaki sene derken seneler geçmişti. Yusuf, gönül kuşlarıyla birlikte, padişahın hediyesi yuvasına yürüdü. * * * -Gitme baba, ne olur bizi bırakma. -Baba biz de seninle gelelim. -Baba hani beni de götürücektin, birlikte güleşlere gitcektik. DEVAMI VAR