Yusuf, son güreşle ilgili düşünceler içinde bocalarken, Osmanlı'nın Paris Sefiri kendisini ziyaret etti. Sultan Abdülhamid Han'ın bir telgrafını getirdi. Yusuf, koca Osmanlı padişahından Frenk diyarında kendilerine telgraf gelmesinden endişeye kapıldı. Acaba yanlış bir hareketleri mi olmuştu?. Sefire teşekkür etti ve arkadaşlarını toplayarak telgrafını okudu: "Yusuf evladım, sana ve pehlivan arkadaşlarına çok çok selam ve dua ederim. Yüzümü ak eylediniz, Yüce Mevlam da sizleri iki cihanda aziz eylesin. Gülçehre kızımı ve torunlarım İsmail, Osman ve Hatice'yi sakın merak etme. Onlar çok iyi. Yenilirseniz bile sakın üzülmeyin. Frenk güreşi, bizim yağlı güreşten çok farklıdır. Siz, Paris'te, Fransızlar'ı tanıyarak bizim Batımızı, Avrupa'yı anlamağa çalışın, galibiyetlerinizden daha fazla önemlidir bu benim için, Osmanlı için. Oraları bir de sizin gözünüzle anlamak istiyorum. Eğer Batı'yı tanıyamazsak, tedbirimizi buna göre almazsak bizi çok zor günler bekliyor demektir. Sana ve pehlivan arkadaşlarına çok çok selam ve dua ederim. Gurbette, cihat üzre olanın duası kabul olurmuş, sizler de koca Osmanlı'nın yükü altında omuzları çökmüş bu garibi, hali perişanı duadan unutmayın. Orada yaptığınız iş, Osmanlı ordusunun küffar karşısında savaşması gibi cihattır, sakın ola bunu unutmayın. Sizleri Allaha ısmarladım, yüce Mevlam yardımcınız olsun." Padişahın telgrafını okuyan Yusuf, çok duygulandı, gözyaşlarına mani olamadı, gözyaşlarını saklamak istedi, baktı ki, diğer pehlivanlar da ağlıyor, onları bildiğince akmağa bıraktı, öz babası Deli İsmail'den mektup gelse bu kadar sevinmez, duygulanmazdı. Yusuf'un Sabes karşısında zor durumda kalacağı, mübarek insanın, sanki içine doğmuştu, üzülme diyerek teselli ediyor, ailesinden, Gülçehresinden evlatlarından haber veriyordu. Padişahın telgrafı, Yusuf'un bütün üzüntüsünü almış, neşesi yerine gelmişti, artık bütün Fransa karşısında olsa, bana mısın demezdi, değil mi ki padişah duası ve rızası onunlaydı, değil mi ki, padişah ailesini gözetiyordu. "Haydi bre Filiz'im" deyip şöyle haydalandı, koca Filiz'i sağ kolundan ve bacağından yakalayıp omuzlarına aldı, çocuk gibi çevirmeğe başladı. Ortalık bir anda şenlenmişti. *** İki gün sonra, güreş saati geldiğinde, Foli Berjer gösteri salonu hınca hınç dolmuştu. Normal koltuk sayısının iki katı seyirci üst üste duruyordu. Sabes, gazetelerde çıkan beyanatında, "Padişahın aslanı bu sefer, tutunacak bir yer bulamayacak, çünkü, tam minderin ortasından yeneceğim." diyordu. Bu, Yusuf'a tercüme edildiğinde, iyice kızdı, onu öyle yeneceğim ki dünya durdukça söylenecek, dedi. Salona açılan kapıdan ilk önce Sabes gözüktü, gözükmesiyle birlikte de, müthiş bir tezahürat başladı, ortalık yıkılıyordu. Salonu dolduran binlerce Fransız, Sabes'in, yenilmez denilen Yusuf'u bu akşam yeneceğinden zerre kadar şüpheleri yoktu. Onlara göre, geçenki güreşte Yusuf, şansının yardımıyla yenilmekten kurtulmuştu. Sabes'in arkasından Koca Yusuf'un da bütün heybetiyle ortada gözükmesiyle, Sabes lehine olan tezahürat bir anda bıçak gibi kesildi. Yalnızca, tek tük yuh sesleri geldi. Yusuf, minderin başına gelince, iki elini birden kaldırarak ve dört bir tarafa dönerek seyircileri selamladı. Bu hareketi seyircilerin hoşuna gitti, bazı seyirciler, Yusuf'u alkışladı. Herkes, Sabes'in yeni bir oyunla Yusuf'u yenmesini bekliyordu. Sabes, heyecanlı, Yusuf ise sakindi. Yusuf, geçen güreşteki oyuna düşmemek için dikkatliydi. Bakalım, Sabes, Yusuf'u yeni bir oyuna düşürebilecek miydi? DEVAMI VAR