Ahmet, boş gözlerle kayıkçıya baktı. Bir şey demedi. Kürek çekmeyi bıraktı. Geminin arkasından gitmekten vazgeçince birden bütün gücü gitti. Hedef, yetişme ümidi kalmayınca güç de gitmişti. Geri dönmek için küreklere asılamadı. Küreklere ihtiyar kayıkçı geçti. Ahmet, burnunun, ellerinin acıdığını ve yüreğinin dayanılmaz şekilde sancıdığını hissetti. Avuçlarını açtı, baktı, kürek çekmekten lime lime olmuşlardı. Kürekleri nasıl sıktıysa sıkmış, avuçlarının derisi küreklere yapışmıştı. Kıyıya geldikten sonra kayıkçının söylemesi ve yardımıyla geminin Selanik yazıhanesini buldular. Kayıkla giden yolcuların kim olduğunu, adreslerinin belli olup olmadığını sordular. Yazıhanedekiler, kayıktakilerin kimliklerini bilmediklerini, bir kısmının İstanbullu Müslüman kadınlar, bir kısmının da Parisli Hıristiyan kadınlar olduğunu, geminin Paris'ten gelip İstanbul'a gittiğini söylediler. Kayıkçı, Ahmet'i, Sebatay Sevi dönmesi bir doktora götürdü. Doktor, "Te be kuzim, ne zorin vardi de ellerini böyle parçaladin" diyerek Ahmet'in ellerini sardı. HHH Yusuf ve arkadaşları yaz ve güz aylarında Fransa'nın çeşitli yerlerinde güreş kovaladıktan sonra, 1895'in Kasımında, tekrar Paris'e döndüler. Paris'teki pehlivanlık sıralamasında, Yusuf bir, Filiz Nurullah iki, Fransızların şampiyonu Pons üç numaraydı. Parisliler için; gökte nasıl güneş tek ise güreşte de yerde Yusuf tekti. Parislilerin belli başlı dedikodusu, Yusuf'u yenecek kimsenin çıkıp çıkmayacağı konusundaydı. Yusuf'un Avrupa'da bir güneş gibi doğmasının üzerinden tam bir sene geçmişti. Yusuf'a mağlup olanlar arasında en iddialı olan Pons, Yusuf, hakkında bir şey söylemiyordu, çünkü dersini tam almıştı. Yusuf'un menajerlikten attığı Rum Pierri ve Tom Cannon ise intikam peşindeydiler, mutlaka Yusuf'u yenecek birisini bulmak istiyorlardı. Zaman zaman bir araya gelip bu Yusuf'un mağlup olduğunu nasıl görürüz diye kafa yoruyorladı. Bir gün, Türkleri daha yakından tanıyan Rum Pierri, buldum, buldum, Yusuf'un nasıl mağlup edileceğini buldum, diye bağırdı. Cannon, git be rüya mı görüyorsun, Yusuf'u kim mağlup edebilir şeklinde, tepki gösterince, Rum Pierri, bir Türkü ancak bir Türk mağlup edebilir, dedi. Bu cevap, Cannon'un da aklına yattı, evet, bir Türkü ancak bir Türk mağlup edebilirdi, mesele, bu Türkü bulabilmekteydi. Rum Pierri, Rıdvan Paşa'nın oğlu olup Paris'te yaşayan Fuad beyi buldu. Durumu ona anlattı. Bu fikir paşa oğlunun da hoşuna gitti. O da Parislilerin gerçek pehlivanlık, gerçek güreş neymiş görmelerini istiyordu. Fuad bey ve Rum Pierri, Yusuf'a rakip bulabilmek için hemen İstanbul'un yolunu tuttular. 21 Kasım 1895 sabahında, Yusuf'un Fransız menajeri, yanında Bulgar tercüman Petrov olduğu halde, büyük bir heyecanla Yusuf'un odasına girdi. Telaşından kapıyı vurmayı dahi akıl edememişti. Yusuf, içerde Kur'an-ı kerim okuyordu. Paldır kültür içeri girenleri görünce yavaşça mukaddes kitabı kapadı. Gelenlere baktı, kızmış gibiydi: -Hayır olsun çorbacılar. Ne zamandır kapıyı vurmayı unutur oldunuz? > DEVAMI VAR