Çalışmalı, çok çalışmalıyız

A -
A +

Kel İsmail Pehlivan'ın sözlerini Dergah Baş Hocası İsmail Pehlivan da tasdik etti: -Doğru söylüyorsun be adaşım. Buraya da sık sık uğruyorlar. Yannız bu kadar da değil. Bulgar gençleri, tahsil için Viyana, Petesburg, Paris, Berlin gibi Avrupa şehirlerine götürülüyor. Buralarda okuyup, üretmen olarak dönüyorlar ve Bulgar okullarında çalışıyorlar. Ammaa bundan acısı da var be adaş. Kel İsmail Pehlivan iyice meraklanmıştı: -Te be adaşım. Daha acı ulan işler de nedir? İsmail Hoca, derin bir ah çekti: -Yaramız çok derin bre adaşım. Bizi içimizden vurmağa çalışıyorlar. Bizi, Urus'un topu, Bulgar'ın mavzeri bu topraklardan atamaz, bizi yıkamaz. Ama bölünürsek, birbirimize düşersek, özellikle de yüce dinimizi yannış bilenlerin ellerine kalırsak içte u zaman korkmak ilazım. Ne oldusa medreselerden fen derslerinin kaldırılmasıyla oldu. Medreselerden Büyük Reşit Paşa tarafından fen dersleri kaldırılınca buralardan fen yobazları yetişmeğe başladı. Bu fen yobazlarının din adamı kılığına giren Urus, İngiliz ve Alman casuslarının tuzaklarına kolayca düştüğünü görüyoruz. Bu hocaların sağda solda, artık Urumeli'nde tutunmamız zor, bize Şam yolları görünüyor diye konuşup bozgunculuk yaptıını işitiyoruz. Evveli Şam, ahiri Şam, yani Şam'dan geldik yeni Şam'a döncez diyorlarmış. İşte asıl acı ulanı bu. Din adamlarının karıştığı bozgunculuğun önünde durmak zor. Buna çare bulmak, ilazım.. Din adamlaamız mutlaka, dîni ilimlerin bi kolu olan fen ilimlerini de iyi bilmeli. Yoksa Urumeli'ni zor günler bekliyeri. Kel İsmail Pehlivan ve Yusuf, İsmail Hoca'nın anlattıkları karşısında donup kalmışlar, duyduklarına inanamıyorlardı. İkisi de, çare hocam, dediler. İsmail Hoca'nın çarenin çok çalışmaktan, ilk önce din adamlarını, arkasından bütün halkı bilgilendirmekten, en ücra köşelere kadar okul açmaktan geçtiğini, Bulgarların okul açmakta çok mesafe katettiğini söyledi. O gece geç vakitlere kadar sohbete devam ettiler, Urumeli'nde çok hızlı değişen şartlar, bağımsızlık için yanıp tutuşan Bulgar ve Sırplar, topraklarını genişletmek için her türlü çareye başvuran Yunanlılar ve bunları kullanan Rus, Alman, Fransız ve İngilizler karşısında neler yapılabileceğini konuştular. Yattığında Yusuf, bir türlü uyuyamadı. Duyduklarına, son altı aydır yaşadıklarına bir türlü inanamıyordu. "İstanbul'daki Padişahın, halifemizin bütün bunlaadan aberi nası olmaz" diye düşünen Yusuf'un beyninde, güller, hilaller, İstanbul, Abdülaziz Han, Abdülhamid Han, Balkanlar'ın karlı zirveleri, hapse atılan Tosun Beyler, siyaset gereği serbest bırakılan kâtil Nikofskiler ve İsmail Hocalar, koşturup durdu. "Bütün bunlaan arasında benim yerim neresi" diyen Yusuf, cevapsız suallerin altında ezildi. Uyuyamıyan yalnız Yusuf, değildi. Osmanlı mülkünün yükü omuzlarına binmiş, bunun altında ezilmemek için beynini çatlatırcasına düşünen biri daha uyuyamamıştı. Dolmabahçe Sarayı'nın üst katındaki çalışma odasında Boğaz'ın sularını seyreden, "Niçin, alet oldular. Amcamın çok sevdiği, el üstünde tuttuğu pehlivanlar, onun canının kıyılmasına nasıl alet oldular?" diyordu kendi kendine. Birgün sormuştu amcasına, "Sevgili amcam, niçin bu saray adabını bilmez pehlivanları Saray'da tutarsın" diye. Gülmüştü sevgili amcası Sultan Abdülaziz Han. Beklemediği bir cevap vermişti. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.