Tulçalı'nın göbeğinin yıldız görmemesi için yaptığı gayret netice vermedi. Göbeği yıldız görerek yere düştü, hem de gündüz ortasında. Davul zurnalar sustu. Ahmet galibiyet temennasını çaktı. Ahmet'in paça kazıkla künde atarak rakibini yenmesi seyircileri coşturdu: -Bravo Ahmet, gösterdin Hergeleci'nin çırağı olduğunu. -Tulçalı aldın mı boyunun ölçüsünü. Saydın mı gökteki yıldızları. Ahmet, yerde, şaşkın şaşkın kendisine bakan Tulçalı'ya elini uzattı. Tulçalı, uzanan eli tuttu, ayağa kalktı. İki pehlivan, birbirlerini hafifçe kaldırarak helalleştiler. Tulçalı, Ahmet'in sırtını sıvazladı: -Ahmet Pelvan. Tebrik ederim. Pelvanlıkta bizi geçmişsin. Edirne'deki güleşi tesadüfen aldığını zannettim. Ama öyle değilmiş. Ahmet, "Teveccühünüz ustam" demekten başka ne desin, ne cevap versin bilemedi. *** 14 Temmuz 1895, Kara Ahmet ve ustası Hergeleci İbrahim'in yolları yine Selanik taraflarına düştü. Kara Ahmet'in Tulçalı, ustasının Adalı Halil ile yaptığı güreşlerden sonra yaklaşık dokuz ay geçmişti. Ustasıyla üç aydır orası senin, burası benim güreş kovalıyorlardı. Ustası Ahmet'e ayak uydurmakta zorlanır olmuştu. Ahmet, bir yerde güreş olduğunu işitti mi tutabilene aşk olsun, sanki kanatlanıyordu. Güreş, isterse Osmanlı mülkünün diğer ucunda olsun Ahmet, katılabilmek için her türlü fedakarlığı göze alıyordu. Çünkü, Hikmet dede, ona kızıl elmayı verdiğinde, "Bu elmayı, gerçek aşkı, muhabbeti bulduğunda, evleneceğin kızla birlikte yiyeceksin, yarısını sen, yarısını o. Ama evleneceğin kız bu emanete layık olmalı, seni gerçek aşka götürebilmeli. Böyle bir kızı bulmanın işareti, kızılelmanın ona en az kırk adım yakınlaştığında ışımasıdır. Bu kızı bulman, seni, ebedi seadete götürecek kızılelmaya kavuşmandır. Bu güzel; güreş peşinde koşarken karşına çıkacak. Bu sebepten, Osmanlı mülkü içinde veya dışında, hatta Frenk diyarlarında bile olsa hiçbir güleşi kaçırmamağa çalış" demişti. İşte bu sebepten, Ahmet, bir yerde güreş olduğunu işitince o tarafa doğru akıyor, ustası da ona ayak uydurmağa çalışıyor, çırağının derdini bildiği için "Oğlum, yeter yoruldum, haftada üç yerde güleş yapılır mı" demiyor, Kara Ahmet ile birlikte o güreş bizim, öteki de bizim diye koşturuyor, koşturuyordu... Edirne, Hasköy, Dimetoka, Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe, Drama, Kavala, Serez derken Selanik'e gelmişlerdi. Selanik ağaları güreşi çok seviyorlardı. Selanik'i Osmanlı topraklarına katan beş akıncı beyi Selanik'i tepeden gören bir düzlüğe geldiklerinde mola vermişler, bir pınar başında, buz gibi suyundan içmişler. Her biri, Bursa'dan, oraya da Türkistan'dan gelen çınar fidanlarını dikmişler Pınar'ın yanına. Dikmişler ki, bu belde, Türkistan'dan Anadolu'ya oradan da Rumeli'ne, Avrupa'ya devam eden bir mubarek gayret sırasında vatan edinildiği, şenlendirildiği, feth edilerek sonsuz güzelliklere açıldığı bilinsin diye. Çünkü, Çınar, Türk oğlunun gönlünde, ebedi güzelliklere, adalete, bir diyarın kılıç ve gönül ile feth edildiğine işaret edermiş. > DEVAMI VAR