Darbeler indi kafasına

A -
A +

Yusuf'un sözleri üzerine delikanlı, gülümseyerek elini Ahmet'e uzattı: -Yusuf ağamın emri başım üzre... Ahmet pehlivan da uygun görürse... Paris'te olduğu sürece yanında olur, elimden gelen yardımı yaparım. Ahmet, ilk görüşte, bu karayağız delikanlıyı sevmişti: -Bizimle olman... dili dilimize, dini dinimize, yolu yolumuza benzemeyen bu memlekette, önümüzü aydınlatır... yalnızlığımızı unutturur, zorları kolay kılar. Kara trenin düdüğü acı acı bağırdı, beyaz buharlar saça saça, yabancı gurbet Paris'in ortasında. Yusuf, telaşlandı. "Haydi cümleten Allah'a emanet olun, Allah'a ısmarladık." dedi, trene bindi. Arkasından da Filiz Nurullah ile Küçük Yusuf... tren hareket etti, içinde dostlarla birlikte. Kara Ahmet, trenle birlikte koştu, son bir defa Yusuf ağasını görebilmek için. Ama Yusuf pehlivan, pencerelerden gözükmedi. Belki gözüktü de Ahmet, fark etmedi. Kara tren dumanlarını savura savura Paris istasyonundan ayrıldı. Kara Ahmet, Yusuf ağasını götüren kara trenin arkasından bakakaldı. Koca Yusuf'un Paris'ten ayrılması Ahmet'i çok etkilemişti. O Paris'e, Yusuf ağasıyla katlanabilmişti. Yusuf ağasının olmadığı Paris'te ne yapacaktı? Ahmet vücudunu tekrar Paris'e doğru döndürdü. Ama gönlü, kara trenle doğuya, İstanbul'a, Razgırad'a doğru gitmişti. Ahmet, son bir defa kara trene baktı. Kara tren, kara bir iz bırakarak ufuktan kaybolmuştu. Ahmet, döndü, daha doğrusu dönmek istedi. Hemen istasyona çıkan merdivenlerin yanında durmuştu Ahmet... dönemedi. Merdivenlerden çıkan bir şeye çarptı. Çarptığı şey gürültüyle yere düştü. Ve feryatlar duyuldu. Feryatlar üzerine, Ahmet'in, Yusuf ağasıyla birlikte giden aklı, tekrar başına döndü. Sesin geldiği yere baktı. Şapkası bir yana, süslü şemsiyesi bir diğer yana gitmiş bir bayan, düştüğü yerden el kol hareketleriyle bağırıyor... Ahmet'e bir şeyler söylüyordu. Yerdeki bayanı gören Ahmet, neye çarptığını anladı. Şaşırdı kaldı. Böyle bir şey başına ilk defa geliyordu. Osmanlı diyarında, kadınla erkeğin sokakta bir birine çarpması rastlanılır bir şey değildi. Ama burası Paris'ti ve Ahmet, Paris'te bir kadına çarpmıştı. Ahmet, ne yapsın bilemedi. Eli ayağına dolaştı. "Ben görmedim...Hakkınızı helal edin.." gibi bir şeyler söyledi. Ama faydasızdı, kadın çok kızgındi. Ahmet'in anlamadığı dilden bir şeyler söylüyordu. Kadın yerden kalktı, ilk önce şapkasını aldı, bütün kızgınlığına rağmen titizlikle tüylü şapkasını başına yerleştirdi. Çantasından aynasını çıkardı. Aynaya baktı, şapkasını başına yerleştirme harekâtında son düzeltmeleri yaptı, dikkatlice kontrol etti. Aynayı çantasına yerleştirdi. Elbiselerinde, düşmeden meydana gelen toz ve kırışıklıkları, kelebek uçuşundaki hafif el hareketleriyle giderdi. Ve yere uzandı, boylu boyunca yatan şemsiyesini aldı. Ahmet, hipnotize edilmiş gibi, bayanın hareketlerine bakıyordu. Gördüklerine inanamıyordu. Şaşkınlığı gülmeğe dönüyordu... Hayal mi görüyorum tereddüdündeyken, başına aldığı darbe, yaşadıklarının gerçek olduğunu anlattı. Düşen, kalkan, aynaya bakan kadın, şemsiyesini, baş-göz demeden Kara Ahmet'e indiriyordu. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.