Doublier'e göre, Türk pehlivanları boğazlarına çok düşkündür, yemek deyince akan sular durmaktadır. İntikam peşinde koşan Doublier, Türk pehlivanlarına, bir ziyafet vermek istediğini söyledi, onlar da severek kabul ettiler. Doublier, hakikaten de çok göz alıcı bir ziyafet verdi, pehlivanlarımız, hasretini çektiği Rumeli'ye, Deliorman'a has yemekleri, Bulgar Petrov ve Filiz Nurullah'ın yardımıyla hazır etmişti. Yalnız bir yemeğin hazırlanmasına Filiz Nurullah'ı karıştırmadı, "Bu yemek, gecenin sürprizi" dedi. Yemek esnasında da, gecenin sürprizi yemeğin, dana etinden yapılmış salçalı kepap olduğunu açıkladı. Pehlivanlar, salçalı dana etini çok özlemiş olduklarından tadı biraz tuhaf gelmesine rağmen, gecenin sürpriz yemeğinden de Doublier, üzülmesin diye hatır için bol bol yediler, özellikle de Filiz Nurullah. Yemekten sonra, pehlivanlar, Doublier'e, memleket yemeklerini yeme fırsatı verdiği için çok çok teşekkür ettiler ve gönül rahatlığıyla yatağa gittiler. Ertesi gün kendilerini ziyarete gelen Türk öğrencilere de, bu ziyafetten bahsettiler, "Her şey çok güzeldi de, buranın dana etinin tadı bir değişik" dediler. Dana etinin tadı değişikti sözü, Türk öğrencileri huylandırdı. Hemen otelin mutfağına koştular. Mutfakta çalışanları biraz sıkıştırma, biraz para, meseleyi aydınlattı. Doublier, dana eti diye bizim pehlivanlara domuz eti yedirmişti. Durumu öğrenen Türk pehlivanları ne yapacaklarını şaşırdılar. Koca Yusuf, çıldıracak gibiydi, hemen lavaboya koşarak, parmağına boğazına soktu, kusabildiğince kustu. Doublier'i öldürmek isteğiyle yanıyor, başka bir şeyi düşünemiyordu. Yusuf ağasının çok kızdığını, eline geçirse düşünmeden Doublier'i öldüreceğini farkeden Filiz Nurullah, hemen harekete geçti. Doublier'i, Bulgar Petrov ile birlikte otelin barında buldu, domuz işinin anlaşıldığını, ölünceye kadar Koca Yusuf'un gözüne gözükmemesini söyledi. Yusuf'un kızgınlığını daha önce tatmış olan Doublier, hemen ortadan kayboldu. Yusuf, tam deli gibi olmuştu. Otelin, her tarafında Doublier'i arıyordu. Öyle kızmıştı ki, Yusuf'u gören bir köşeye kaçıyordu. Yusuf, Doublier'i bulamayınca, Petrov'u yakaladı, onun nereye gidebileceğini sordu. Bilmiyorum, deyince, Petrov'u duvara dayayıp, silkeledi. Petrov, bülbül gibi, Doublier'in uğrayabileceği yerleri söyledi. Yusuf, Petrov'u sürükleyerek otelden dışarı fırladı. Hemen bir fayton çevirerek, karga tulumba Petrov'u içine attı. Paris içinde Doublier avına başladılar. Filiz, durumun kontrolden çıkmak üzere olduğunu gördü. Çare, çare bu işe bir çare diyordu. Yusuf'u kim durdurabilirdi? Yusuf, kimin sözünü dinlerdi? Kimin sözünden çıkmazdı. İsmail Hoca, burada olsaydı diye düşünen Filiz'in kafasında bir şimşek çaktı. Dinlese, dinlese Yusuf, bir din adamanın sözünü dinlerdi. Yusuf'un bir delilik yapmasına ancak bir din adamı mani olabilirdi. Filiz, hemen davrandı, Osmanlı Devleti'nin Paris Sefaretine, Büyükelçiliğine doğru yola koyuldu. Yusuf, akşam yorgun bir vaziyette otele döndü, ağzını bıçak açmıyordu. Bütün gün, Doublier'in peşinde koşmuş, ancak onu hiçbir yerde bulamamıştı. Kimse, Yusuf'a bakmağa, ona bir şey demeğe cesaret edemiyordu. Ama, biri bu cesareti kendinden buldu, daha doğrusu, kendisini Yusuf'a gerçekleri söylemek mecburiyetinde hissetti.