Dünyanın gözü Plevne'deydi

A -
A +

Ruslar, tedariksiz bir kış savaşı ile karşı karşıya idiler. 50 bin ölü, 100 bin yaralı vererek Tuna'yı geçebilmiş, eylüle kadar gelebilmişlerdi. Ama Plevne önlerinde kala kalmışlardı. Osman Paşa'nın karargâhındaki Daily Telegraph muhabiri Drew Gay, arkadaşı Alman ressamı Lauiri ile beraber Gazi Osman Paşa'dan izin aldı, Plevne'den çıktı. Çok tehlikeli bir yolculuktan sonra beş gün içinde İstanbul'a geldi. Yanındaki Lauiri, daha önce kimsenin yapmadığı birşeyi yapıyordu, işi; muharebe sahnelerini çizip gazetesine yollamaktı. Bunu, hayatını tehlikeye atarak, top gülleri arasında koşturarak yapıyordu. Plevne'den gelen İngiliz gazeteciyi, II. Abdülhamîd, usûl dışı ve bekletmeden kabul etti. Türk askeri ve Osman Paşa hakkında saatlerce ardı arkası kesilmiyen sorular sordu. Herşeyi bilmek istiyordu; birliklerinin manevî durumunu, kılık kıyafetini, mevzilerini ve her şeyi. Haritalar açıldı ve uzun müddet haritalar üzerinde konuşuldu. Padişah, yorgunluktan ölen Gay'e, ancak gece yarısı izin verdi ve birkaç gün sonra da kendisine gümüş Plevne madalyası ihsan eyledi. Bütün dünya efkâr-ı umûmiyesi, biraz basını takip edenler, askerliğe meraklı olanlar, Plevne ile birinci derecede ilgileniyordu. Daily News gibi gazeteler, sabah nüshalarında Plevne haberlerini manşette verdikten sonra, bir de akşam Harb İlâvesi çıkarıp büyük tafsilâta girişiyorlardı. Plevne planları ve savaşın bütün acımasızlığıyla sürdüğü Osmanlı'nın Tuna eyaleti haritaları, kitapçılardan gazete bayilerine düştü. Osman Paşa, manşetten inmiyordu ve büyük kahraman olmuştu. Tiyatrolarda Plevne temsilleri oynanmaya başladı. Plevne'den gelen gazeteciler, Avrupa'da Plevne üzerine konferans vermeleri için, bütün müesseselerin peşlerinde olduğunu gördüler. Paris'te Madame Tussaud'nun müzesine hemen balmumundan bir Osman Paşa heykeli yapılıp kondu. Osmanlı'da, bütün Türk-İslâm diyarlarında, İstanbul, Semarkant, Taşkent, Kahire... Hatta, Sudan'da, Sumatra'da, Ace'de Osman Paşa, anlatılıyor, Plevne konuşuluyordu. *** -Elimdeki nedir? -Güldür Hikmet Dede'm, kırmızı bir güldür. -O zaman gül bre Ahmet oğlum gül. Ahmet, Hikmet Dede'nin, gül ısrarı karşısında elinde olmadan tebessüm etti, Hikmet Dede, heyecanlandı: -İşte büle be oğlum. Gül de gül yüzünde güller açsın. Ecdadımız, sevincin ifadesi, yüzde gülün açması olan gülme ile ilahi güzelliğe, iki cihanın serveri Peygamber efendimize işaret eden gülü, aynı kelimeyle anlatmıştır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, "Kırmızı gülü kokladığınızda bana salavat getirin" buyurmuştur. Bu bakımdan, kırmızı gül, hem Peygamber efendimize hem de şehitliğe ve de ebedi güzelliğe işaret eder. İşte bunun için gül deyince gülmeli, sevinmeliyiz. Ahmet, Hikmet Dedi'nin gül ısrarı karşısında şaşkındı: -Te be Hikmet Dede'm. Gül dersin, nasıl güleyim, ana ve bubam öldü, gözümün önünde binlerce insan gülleyle parçalandı. Hikmet Dede, eğer şimdi zehir alınmazsa, Kara Ahmet'in hayatı boyunca gülmeyi unutacağına iyice kanaat getirdi, Ahmet'e anlayacağı dille konuşmalıydı. > Devamı var

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.