Esrarengiz şahıs Yusuf'a selam verdi: -Selamün aleyküm Yusuf oğlum. Yusuf, rüyadanı uyanır gibi baktı: -Aleykümselam efendim, buyrun ne istemiştiniz. Misafir, işinin zor olduğunu anladı: -Evladım Yusuf, benim, Mehmed Hoca, Osmanlı'nın Paris Sefareti'nin imamı. Hatırlamadın mı? Paristeki namaz vakitleri hakkında görüşmüştük. Yusuf, dikkatle Mehmed Hoca'ya baktı, tanıyınca, hocanın ellerini çekmesine fırsat bırakmadan öptü, gözleri yaşlı dert yandı: -Sorma hocam, başımıza gelenleri, biz bittik, hiçbir şey bizi temizleyemez artık. Mehmed Hoca, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi sordu: -Hayır olsun oğlum ne oldu? Yusuf, gözyaşları içinde anlattı, Doublier'in onlara nasıl domuz eti yedirdiğini. Mehmed Hoca, çıban hemen patlatılmaz, Yusuf'un kafa ve gönlündeki soru işaretleri çözülmezse istenilmeyen durumların doğacağını anladı: -Evladım, bu Doublier'e, siz, domuz etinin Müslümanlara haram olduğunu söylediniz mi? -Söyledik efendim hem de kaç defa. -Peki, yediğiniz etin domuz eti olduğundan şüphelendiniz mi? -Hayır efendim şüphelenmedim, bizim durumumuzu iyi bildiği için şüphelenmek hiç aklımıza gelmedi. Mehmed Hoca, elini Yusuf'un omuzuna koydu: -Yusuf'um, bunda sizin hiç kabahatiniz yok, siz gereken tedbirleri almışsınız. Yusuf, hâlâ ikna olmamış gibiydi: -Ama hocam, nasıl olur, domuz eti yedik. Mehmed Hoca, ona meseleyi teferruatlı bir şekilde anlattı. Yusuf, biraz rahatlar gibi oldu. Mehmet Hoca, Yusuf'un peşini bırakacak gibi değildi: -Yusuf, oğlum, sabahtan beri neredeydin? -Doublier'e arıyordum, bize bu yaptığının hesabını sormak için. -Bulsaydın ne yapacaktın? -Hiç düşünmeden öldürürdüm. Hâlâ da aynı şeyi düşünüyorum. Bir elime geçerse hiç gözünün yaşına bakmayacağım. Mehmed Hoca, üzgün üzgün başını salladı: -Demek ki öldürürdün ha. Peki oğlum sen kadı mısın? -Değilim hocam. -Be hey evladım, kadı değilsen, Doublier'in suçlu olduğuna nasıl karar verdin? Bilmez misin, dinimizde, bir kimsenin suçlu olup olmadığına ancak mahkeme karar verir. Kadının verdiği kararı da mazlum değil, ancak devlet yerine getirir. Eğer, Doublier'e öldürseydin, onun katili olacaktın. Yalnız bununla kalmayacak, Padişah efendimizi çok üzülecek, Osmanlıyı karalamak, "vahşi, kan içici Türker" demek için fırsat kollayan Fransızlara, Avrupalılara bu fırsatı verecek, bütün Avrupa, padişahın pehlivanı, suçsuz bir insanı öldürdü diye ayağa kalkacaktı. Yusuf, Mehmed Hoca'nın bu sözleri karşısında eriyip bitti, nasıl da bunları düşünememişti. Atalarımız, boşuna, "Öfkeyle kalkan zararla oturur" dememişlerdi. Doublier'i öldürünce başına gelecekleri şöyle bir düşününce dehşetle titredi; Padişah üzülecek, kendisi sebebiyle Osmanlı'ya laf söylenecek, hapislere düşüp bir daha Gülçehre ve çocuklarını göremeyecek, buradaki arkadaşları rezil sefil duruma düşecek, çok sevdiği güreşten kopacak, en önemlisi de günaha girecekti. Yusuf, yalvaran gözlerle Mehmed Hoca'ya baktı: -Ne olur, hocam, bu olanları Paris sefirimiz duymasın, bunlar İstanbul'a bildirilmesin. Mehmet Hoca, çok ciddiydi: -Tamam ama bir şartla. DEVAMI VAR