Duyduklarına inanamıyordu

A -
A +

Yusuf'a neler olduğunu anlatması, galeyana gelen seyirciden kurtarması gereken menecerleri Tom Cannon ve Rum Pierri 'de ortalıkta gözükmüyorlardı. Her ikisi de, seyircilerin protestosuyla birlikte fare gibi kaçmışlardı. Yusuf, ölüm tehlikesiyle karşı karşıyaydı, ancak o farkında değildi. Yusuf, gelin gelin diyerek seyirciye tepkisini dile getirirken, biri kolundan tuttu, Yusuf baktı, yüz, bizim yüzümüz, bakış bizim bakışımızdı, fesli bir kimseydi. Yusuf'a, "Yusuf, ben Türküm, halk galeyana geldi, senin de anlaşmalı güreştiğini düşünerek sana saldırmak istiyorlar. Çabuk benimle gel" dedi. İşte bu zaman Yusuf, ne olup bittiğini farkeder gibi oldu, ilk önce, aklına, şunlarla adamakıllı bir dövüşeyim, Osmanlı, Türk oğlu kimmiş göstereyim düşüncesi geldi, ancak aklına geride bıraktıkları, Sultan Abdülhamid Han'ın, "Sen orada Osmanlı'yı Türk oğlunu temsil edeceksin" sözü geldi ve kendisini mayosundan çeken kişiye tabi oldu. Bu sırada, polisler de yanlarına geldi, meçhul kişi polislere bir şeyler söyledi, polisler hemen Yusuf'u daire içine alarak bir koruma alanı oluşturdular, çok büyük zorluklarla Yusuf'u soyunma odasına ulaştırmayı başardılar. Soyunma odasının önünde toplanan elliye yakın polis, büyük zorlukla mani olabildi, galeyana gelen seyircinin Yusuf'a ulaşmasına. Yusuf, üç saat sonra ancak gece yarısına doğru, Madison Square Garden'den, polislerin ve kendinden bir an ayrılmayan on kadar Türkün yardımıyla ayrılabildi. New Yorklu Türkler, Yusuf'u koruyabilmek için, çılgına dönmüş seyircilerin yumruklarına hedef olmuşlar, tam manasıyla Yusuf'un etrafından etten duvar örmüşlerdi. Bu arada, isminin Mehmed olduğunu söyleyen ve Yusuf'u ringten indiren Türk, "Yusuf, ben Malatyalıyım. Şu gördüklerinin kimisi Harputlu, kimisi Erzincanlı. Ekmek kavgası için buralara geldik. Gazetelerden senin güreş yapacağını okuyunca seyretmeğe geldik. İyi de gelmişiz. Yoksa durum çok fena olacakmış" diyerek kendisini tanıttı. Yusuf, hemşehrilerinin kendisine gösterdiği ilgiye çok memnuş olmuştu, ancak hâlâ neyin fena olacağını tam manasıyla anlamış değildi: -Te be Mehmed Ağa, bu gavurcuklara ne yaptım ki, niçin fena olsun. Benimle ne zorları var. Rakibimle güreş yapmağa muvaffak olamadım, tam yakaladım dediğim anda, kendini cansız yere attı. Ne oldu anlayabilmiş değilim. Malatyalı Mehmed Ağa güldü: -A be Yusuf Pelvan. Burası Amerika. Paris'te üç dalavare dönüyorsa, burada beş dönüyor. Burada, Osmanlı'ya ihanet edip, binlerce Türkü öldürdükten sonra kaçan Ermeniler var. Seyircilerin arasında gördüm onları. "Öldürün bu Türkü, bizi sattı" diye bağırarak seyirciyi kışkırtıyorlardı. Eğer biraz geç kalsaydım, seni linç edeceklerdi. Ve Mehmed Ağa, Yusuf'a anlattı; Amerika'daki spor anlayışını, Amerikalıların güç, para herşeydir diyenlerin elinde nasıl oyuncak olduklarını, soyulduklarını, Roeber ile güreşinde nasıl bir oyun oynandığını, seyircinin niçin bu kadar çok kızdığını, Osmanlıdan kaçan Ermenilerle burada verdikleri mücadeleyi, Amerika'da ancak güçlü olanın ayakta kaldığını, zayıfların yok olup gittiğini... Yusuf, duyduklarına inanamıyordu. Anlatılanlar karşısında, Memleketinin, koca Osmanlının, sevdiklerinin hasreti daha da fazla yakar oldu gönlünü. DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.