20 Haziran 1898'de, Chicago'da, Yusuf ile boğucu Lewis'in Serbest Dünya Şampiyonluğu için bir güreş yapmaları konusunda kontrat imzalandı. Koca Yusuf sıkı bir şekilde bu güreşe hazırlanıyordu. Hergün öğleye kadar idman yapıyor, öğle namazını kılıp tekrar yatıyor ve 3'e kadar uyuyordu. Daha sonra bir lokantada ısmarlama dana eti yiyor. Yemekten bir saat sonra da 1,5 saat durmadan üç kişi ile birden ve üçü de yeter deyinceye kadar idman yapıyordu. Güreşten sonra da üç güreşçi, Yusuf'a bir saat boyunca masaj uyguluyorlardı. Güreşten bir gün önce, Yusuf'a, Amerikalı bir gazetecinin kendisiyle görüşmek istediğini söylediler. Yusuf, gazetecilerle görüşmeyi sevmezdi, ama yaşadıkları ona, gazetecilerle iyi geçinmek gerektiğini öğretmişti. Malatyalı Mehmed Ağa ile birlikte otelin lobisine indi. Karşılarına ufak tefek bir Amerikalı çıktı. Altmış yaşları civarındaydı. Gözlerinde, çok görmüş, çok yaşamış insanların hüznü vardı. Kendini tanıttı, ismi Henry Maegeman imiş. 'Pehlivan, rahatsız olmazsan sana şöyle iyice bir bakabilir miyim" diyerek Yusuf'tan izin istedi. Yusuf, gerek Fransa'da gerekse Amerika'da, şike, kadınların kendisiyle beraber olma isteğine kadar çeşitli isteklerle yüz yüze kalmıştı, ancak böyle bir taleple yeni karşılaşıyordu. Şaşırmakla birlikte izin verdi. Gazeteci, uzun uzun Yusuf'a baktı ve kimsenin beklemediği bir şeyi yaptı. Yusuf'un boynuna sarıldı. Yusuf, tam manasıyla şok oldu. Senelerdir aradığı oğluna kavuşmuşçasına Yusuf'a sarılan gazeteci, uzun uzun Yusuf'u bağrına basıp kokladıktan sonra ayrıldı. Ayrıldı ancak Yusuf ile Mehmed Ağanın şaşkınlığına şaşkınlık kattı. Meçhul gazeteci ağlıyordu, hem de içini çeke çeke. Bir sandalye çekti oturdu, Yusuf'u da yanına oturttu ve anlattı: -Hareketlerime şaşırdınız değil mi?. Ama dinledikten sonra hak vereceksiniz. Bundan tam 25 sene önceydi. O zaman, macera ateşiyle yanan genç bir gazeteciydim. The New York Herald Gazetesinin Londra bürosunda çalışıyordum. Rusların, Batı Türkistan'daki Hive Hanlığına yapacağı sefere katılmam istenince büyük bir sevinçle kabul ettim. Rus ordusuyla birlikte, Seyhun-Ceyhun nehirleri arasında yaşayan Türkmenlerle tanıştım. Rusların, onlarla tanışması, karşı karşıya gelmesi ölüme, benim tanışmam ise sonsuz hayranlığa, nice güzel ufuklara oldu. Oğuz boylarının en asil boyu, Osmanlı, Selçuklu, Gazneli, Harezm gibi tarihin en muhteşem, en medeni, en insancıl, en adil medeniyetlerini kuran Türkmenlerle tanışınca gönlüme nice güneşler doğdu. Gerçek insanlığın, yiğitliğin, cesaretin, kadın erkek ölüme gülerek gitmenin, misafiri içi can feda etmenin ne olduğunu gördüm. 1873 yılında, yeryüzünde böyle bir topluluğun yaşadığına inanamadım. Onları tanıyınca, Osmanlı'nın, 500 çadırlık bir obadan tarihin en muhteşem devletini ve medeniyetini nasıl kurduğunu daha iyi anladım. Onları tanımakla huzurun, sevincin en güzelini, en anlamlısını tattım, acının da en acı, en yakıcı olanını. O yiğit insanların, Ruslar tarafından katledilişine şahit oldum. Aradan geçen 25 yıla rağmen, ölürken bile muhteşem güzel, düğüne gider gibi ölüme giden, kadınları dahi yedi Rus askerine bedel o insanların katledilişini unutamıyorum. O günleri hatırlamak, Henry Maegeman'ın heyecanlandırmış, ağzı kurumuştu. Su istedi. Yusuf ve Mehmed Ağa, ihtiyar gazetecinin anlattıklarıyla tam manasıyla şoke olmuşlardı, anlattıkları masal gibiydi. DEVAMI VAR