Hikmet dedenin söyledikleri Kara Ali'yi, kanatlandırdı. Hanımının rüyasından sonra şimdi de Hikmet dedenin anlattıkları. Ve meraklandı, bir genç kız gibi kızararak Hikmet dedeye sual için kapı açmağa çalıştı: -Hikmet dedem... gerçi yaptığın işlerin hikmetinden sual olunmaz... mutlaka haklı sebeplerin var. Merakımızı, teslim edeceğim emanet var dediğin Ahmet'in babası olmamız sebebiyle hoş gör. Hikmet dede, Kara Ali'nin bir sual için bu kadar zorlanması karşısında güldü: -Te be Alim hele süle. Karşında Osmanlı padişahı yok. Kara Ali, terlere bulanmış halde sordu: -Siz kimsiniz, Ahmet'e teslim etmeniz gereken emanet nedir? Hikmet dede, binbir hikmet gizli tebessümle Kara Ali'ye baktı: -Ali kızanım, sözlerinle bizi tam manasıyla kıpırdayamaz hale getirirsin. Sual ettin, cevaplamamız gerek. Biz kim, işlerimizde hikmet olması kim? Ama yine de... şu kadarlı ömrümüzde... emir olunmadığımız işi yapmamağa gayret ettik. Biz kim miyiz? Sana nasıl anlatmalı bilmem ki? Rumeli'deki Osmanlı mirasının koruyucularının hizmetçileri diye bil yeter. Rumeli, Osmanlı'ya kolay vatan olmadı, vatan olduktan sonra da... bugüne kadar vatan olarak kolay elde kalmadı. Her iki halde de kılıç, kalem ve gönül ehli kişiler birlikte çalıştı. Dergahlar, dağ başlarına, yol güzergahlarına, geçitlere kurulan zaviyeler, gönül ehli kişilere yuvalık yaptılar... bu dün böyleydi... bugün de eski gücü kalmasa bile yine böyle... Demir Buba Dergahı'nı bilirsin. Bu dergahta yetişen Karalar Köyü'nden Yusuf var. Şu an 18 yaşına ermiş bulunmalı. Eğer bir terslik olmadıysa, İstanbul yollarına düşmüş olmalı. O da senin Kara Ahmet gibi kendisine emanet verilenlerden. Yusuf ile Ahmet'in yolları Frenk diyarlarından kesişse gerek. Her ikisi de, Frenk diyarlarından yaptıkları güleşlerle Türk oğlunun ismini, İslamiyetin izzet ve vakarını duyursalar gerektir. Hikmet dedene gelince... Vidin yukarısında, Tuna içindeki Ada Kale ismini duymuşsundur. Evet, ne demiştik...Lakabı Hikmet, kendisi hikmetten uzak dedene gelince, yalnızca, Ada Kale Sarı Saltuk Zaviyesinin bağlılarından olmağa, kendisine verilen vazifeyi yapmağa çalışmaktadır. Üzerimizdeki emanete gelince, ne dersin bre Alim, eğer, imtihanı başarırsa onu da sahibine verirken öğren. *** 1877'nin eylül başlarında, Osman Paşa, Plevne bağlarındaydı. Bağ bozumu zamanı, üzüm bağlarında, çotuklar arasında yürümeyi... dallarından sarkmış renk renk üzüm salkımlarını seyretmeyi çok severdi. Üzüm salkımlarının al renklisi başka şey söyler, sarı yeşil arası ışıldayanı çok şeyler anlatır, pembe ile mor arasında göz kırpanı, kalem yazmaz güzellikleri dile getirirdi. Osman Paşa, düşünüyordu, kendisine emanet edilen Plevne'yi, canları, Türk oğlunun geleceğini, bu gelecekteki kendi yerini. Şu anda, ibnül vakit, zamanın, vaktin oğlu yerine, ebül vakit, zamanın babası olmak, zamanın şartlarında, poyraz tutulmuş bir yaprak gibi atılmak yerine, poyrazı göğüsleyen bir dağ olmak için neler vermezdi. Hiç olmazsa, ebül vakti, vaktin babasını tanısaydı, onun yol göstermesiyle hareket ederdi. Ebul vakit acaba kimdi? > Devamı var