3 0 Temmuz 1877'de iki ibretlik hadise meydana geldi. Plevne'de Osman Paşa, ikinci defa kendinden kat kat üstün Rus kuvvetlerini bozguna uğratırken, Eski Zağralı siviller, büyük bir panik içinde kasabayı terkediyorlardı. Hem de Osmanlı askerinin gelmiş olmasına rağmen. Osman Paşa'nın komutasında akıl almaz işler başaranlar da Türk, diğer cephelerde yenilen Osmanlı askerleri de ve panikleyerek, bir an önce İstanbul'a ulaşmayı düşünenler de, Rodop Dağları'nda Rus'a karşı koymak için silaha sarılanlar da Türk'tü. Peki değişen neydi ki, aynı milletin evlatları, birbirlerinden bu kadar farklı davranışı nasıl gösterebiliyorlardı. Yusuf, bunları düşünüyor, bu suale cevap bulmağa çalışıyordu. Fark neredeydi? Onlar niçin öyle, bunlar niçin böyleydi? Hicrete kalkan ahali çıldırmış gibiydi. "Bize ev mülk ilazım degil, güzel güzel evlerimizi Bulgarlara bırakamayız" diyen ahali her tarafı ateşe verdi. 30 Temmuz'u 31 Temmuz'a bağlayan gece, Eski Zağra'da, nice yüz yıl Müslümanlara can ocağı olmuş evler yandı, gönüllerle birlikte. Fakirhane mahallesi, büyük saat kulesi alevler içinde kavrulmuştu, gece boyunca, zaman zaman tüfek sesleri devam etti Raci Efendi, Yusuf ve beraberindekiler, o geceyi, göç için yola çıkmış binlerce kişiyle birlikte kasaba dışında geçirdiler. Raci Efendi, yaşlı gözlerle alev alev yanan Eski Zağra'ya baktı. Hatıralarla dolu düşünceler, beynini pare pare ediyordu: "Tac-üt Tevarih ve Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde, beldelerin en güzeli ve medeniyetin zirvesi diye zikredilen Eski Zağra, aziz vatanımız, bu günleride mi yaşayacaktın?" "İnsanların maddi ve manevi huzurunu arttıran belde, gönül alıcı güller, cennet bahçeleri diyarı, kendi evlatların tarafından ateşlere verilecek, senin için ölümü göze alanların torunları tarafından ırzına geçilmesi için Bulgar ve Rus katillerine terkedilecek miydin? İnsanı, güzelleri, gülleri ve gönül erleri, destanlara konu olan ey emsalsiz diyar, sen Osmanlı'dan başkasına yar mı olacaktın? "Bunları niçin yaşadık? Ey yeryüzündeki Cennet şehir! Bağrında taşıdığın gül bahçelerin, âb-ı hayat fışkıran pınarların, bedene, ruha gıda olan havanla hayat verdiğin akıncı torunları, kara sevdalıların sana niçin sahip çıkamadı? Gül bahçelerin, Kazak atlarına ağıl, gönülleri ferahlık veren, akılları alan kasır ve konakların, uğursuz Rus ve Bulgar baykuşlarına yuva mı olacak, çimenlerin, mescitlerinin gönül nuruyla işlenmiş kilimleri, katillerce acımasızca katledilmiş masum yavruların ve kadınların kanlarıyla al renge mi boyanacaktı? Masumların feryatlarına, akıncı torunları, "Korkmayın biz buradayız, kimse kılınıza zarar veremez" şeklinde karşılık niçin vermemişti?" Binbir düşünce içinde çıldıracak gibi olan Raci Efendi, alevden elbiseler giymiş Eski Zağra'ya baktıkça, Zağra'dan çok ciğerlerinin yandığını hissediyor, son onbeş gündür yaşadıklarını görmemiş, feryatları duymamış olmak için, "Keşke dünyaya gelmeseydim" diyordu. Ama dünyaya gelmişti, bu zamanda, bu mekanda ve bunları yaşamıştı, kader... Acaba, bu yaşananlarda, uğranılan zulümde kendi suçu ne kadardı? Bu zulmün yaşanmaması için gerekli çalışmayı ve gayreti göstermiş miydi? Ne yazık ki, Raci Efendi'nin gönlü, "Evet gösterdin" diyemedi. Raci Efendi, sanki birileri gönlünün sesini duymuş gibi kızardı, "Tüübe tüübe ya Rabbim, kusurlaama pişman oldum, affeyle" diyerek birileri halimi farketti mi diye çevresine baktı, fener ışığında kendisine bakan bir çift göz gördü. Titredi. Devamı var