Fatih ile dertleşti

A -
A +

Ahmet, camiden çıktı ve hemen bir faytona atladı, "Sür Eyüp Sultan'a." dedi. Hikmet dede, ona sıkı sıkaya tembihlemişti, "Evladım, bir yerleşim yerine gittiğinde ilk uğradığın kişi, orada yaşayan evliya olsun. Eğer, hayatta olan böyle bir kişiyi tanımıyorsan, oranın en büyük evliyasının türbesini ziyaret et. Kişi, gittiği yeri şenlendirmeli ve neşelenmeli." diye... İstanbul'un en büyük evliyası Eyüp Sultan hazretleri olduğundan Ahmet, şimdi oraya doğru yol alıyordu. Ahmet, Eyüp Sultan'a geldi. Dualarını okuyarak ziyaretlerini yaptı. Ahmet, oradan çok özlediği ağabeyi Sait Beşir'e gitti. Ama, evde değillermiş. Hemen bir fayton çevirdi ve Fatih'e doğru yola koyuldu. Ahmet'in hayran olduğu şahsiyetlerin başında Fatih Sultan Mehmet Han geliyordu. Onun, Batı'ya, Avrupa'ya karşı verdiği mücadeleyi çok beğeniyor, İstanbul gibi bir şehri kendilerine miras bıraktığı için onu çok seviyordu. Tam manasıyla bir İstanbul sevdalısıydı, Eyüp Sultan'ın ise kara sevdalısı. İhtiyar yaşında ta Medine'den kalkıp, Peygamber efendimizin müjdesine kavuşmak için İstanbul önlerine gelen ve burada şehit olan Eyüp Sultan hazretlerini çok seviyordu. Her duasında, "Ya Rabbi, bana Eyüp Sultan hazretlerinin yakınında kabir nasip et." diye yalvarıyordu. Ahmet, Fatih Sultan Mehmet'in türbesi gözükür gözükmez, hemen faytondan indi, fayton üstünde oraya gitmek, saygısızlık olur düşüncesiyle... Yürüyerek geldi, gözyaşları içinde fatiha ve ihlâs surelerini okudu, dua etti. "Ey koca Fatih! Sen de Avrupa'ya yürüdün ben de. Ama senin gidişinle benim gidişim arasında ne kadar çok fark var. Orada beni sirk maymununa çevirdiler. Hikmet dedem, fethin güreş ile de olacağını söyledi. Ama bu nasıl olacak ben bir türlü anlayamadım. Bütün bunlara kızılelmayı paylaşacağım, gönlümü yakan Benoit için katlandım. Ama ona da kavuşamadım. Ona kavuşmam için vesile ol, bunun için Rabbime dua et. Senin duan kabul olur." diyerek Fatih ile dertleşti, onun kendini duyduğuna inanıyordu. Niçin duymasındı, duyuran, yaratan Allahü teala değil miydi? Ahmet, gözleri yaşlı, Fatih'in türbesinden çıktı. Sağa döndü. Güneş batmak üzereydi, Marmara üzerinde. Batan Güneşi gören Ahmet, vuruldu, eli ayağına dolaştı. Güneş, yirmiiki sene peşinde koştuğuna benzemişti, kızılelmaya... Ahmet, Marmara üzerinde batan güneşi görmekle seneler öncesini, Koca Yusuf ağasıyla birlikte Selimiye Camii'nden güneşin batışını, kızılelmaya dönüşünü seyretmelerini hatırladı. Hatırlamasıyla birlikte kızılelmayı paylaşacağı güzel, Benoit, bir cemre, kor gibi gönlüne düştü. Düşmesiyle de yakmağa başladı. Benoit, kırkıncı güzel olmuştu. Elmayı, ışıtacak mı diye baktığı. Elmayı ışıtmıştı. Elmayı paylaşacağı güzeli 23 yıl sonra bulmuştu, ama kavuşamamıştı. Bulmak, kavuşmak olmamıştı. Bulmak, kavuşmanın ilk basamağı olmuştu. Kavuşma şartı olarak, dinini değiştirmesi teklif edilmiş, ölümle tehdit edilmişti. Bir kor gibi gönle düşen Benoit, Eyüp Sultan ve Fatih'in türbesini ziyaret etmekle, kendine gelir gibi olan Ahmet'i yine alt üst etmişti. Ahmet, beynini ve gönlünü mengene içine alan Benoit ile ilgili düşüncelerden kurtulmak için başka şeyleri düşünmeğe, başka dallara tutunmağa çalıştı. Ecdadın, kulluğu işaret eden camilerle, yalan dünyadan ebedi aleme geçişi gösteren türbeleri, güneşin batışını ve doğuşunu en iyi şekilde gören yerlere inşa etmelerindeki esrarı düşündü. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.