Adalı Halil, Yusuf'un altında çok zor anlar yaşarken ustası Aliço'dan işareti aldı, Yusuf'un kispetine vurdu ve "Yusuf Pelvan, açık düştüm, yenildim" dedi. Yusuf, Adalı'yı bıraktı, cazgır yanlarına geldi, Yusuf'u galip ilan etti. İki pehlivan birbirlerini kucaklayıp helalleştiler. Filiz ve Küçük Yusuf, sahaya fırlayıp Koca Yusuf'u sevinçle aralarına aldılar. Yusuf, "Yusuf Pelvan" seslenişine döndü, gelen Aliço'ydu. Hayret, çırağı yenilmesine rağmen Aliço, gülümsüyordu. Geldi, Yusuf, hemen Aliço'nun elinden öptü o da Yusuf'u alnından. Yusuf'a elindeki keseyi verdi: -Yusuf, ödülünü bizzat ben vereyim istedim. Bizim Edirne beyleri, nasıl olsa bizim çırak kazancak diye ödülü dolgun tuttular, doğmamış çocuğa don biçtiler. Al bakalım şu otuz altını, ananın ak sütü gibi helal olsun. HHH Yusuf, ağır ağır tırmanıyordu Eyüp Sultan yokuşunu, Kaşgari Dergahı'na doğru. Eyüp Sultan'ın esrarlı güzelliği anlatılır gibi değildi. Yusuf, Küçük Yusuf ve Filiz Nurullah, birlikte İki cihanın serveri peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sancaktarı Eyüp Sultan'ın türbesini ziyaret etmişler, şimdi Haziran'ın bir sıcak gününde hemen ikindi sonrası tepedeki Kaşgari Dergahı'na çıkmak için yürüyorlardı. İbrahim Pehlivanı ve oğlu Said Beşir'i görmeğe gidiyorlardı. İbrahim Pehlivan ve Said Beşir'i çok özlemişti, Beşir tam bir delikanlı olmuştur herhalde. Yusuf, Said Beşir'in adresini Üsküdar Nuh Kuyusu'ndaki Abdülfettah-ı Akri Hazretleri'nin dergahından öğrenmişti. Abdülfettah-ı Akri hazretlerinin oğlu ve vekili Said Efendi, Yusuf'u görmekle çok sevinmiş, İbrahim Pehlivan ve oğlu Said Beşir'i sağ salim İstanbul'a ulaştırdıkları için çok dua etmiş, İstanbul'a her yolu düşüşünde, başı her sıkışışında, cevapsız suallerle bunaldığında ziyarete beklediğini, kapının her zaman açık olduğunu söylemiş, İbrahim Pehlivan'ın oturduğu yerin adresini vermişti. İşte şimdi, Yusuf ve iki can yoldaşı, İbrahim Pehlivan ve Beşir'e götüren yokuşu tırmanıyorlardı. Eyüp sırtlarında, Eyüp Sultan'ın türbesini gören bahçeli küçük bir evin önüne geldiler. Yusuf, tereddütlüydü: -Te be Filiz ne dersin, bu ev mi acaba? Filiz adamakıllı açıkmıştı, sıcakta yürümekten, yokuş çıkmaktan iyice yorulmuştu, bütün gönlüyle aradıkları evin olmasını arzu ediyordu: -Muhakkak budur Yusuf agam. Lofça taraflarında pişirilen tarhananın kokusu geliyor. Yusuf, elinde olmadan güldü: -A be Filiz, sakın Deliorman tarhanası olmasın. Filiz kendinden emin konuştu: -Agam, yemek kokusunda yanılmam. Bu evdekiler Lofçalı olmasın, bir gün aç durmağa razıyım. Filiz için, bir gün aç durmak, cezaların en korkuncuydu. Yusuf, güldü: -Eğer, bu evde oturanlar Lofçalı değilse sana üç gün yemek yok. Filiz'in kolu kanadı kırıldı, üç gün yemek yememek Filiz için ölüm demekti boynunu büktü: -Üç gün çok ağır be ustam. -Değil değil, sana az bile. Seni açlığa alıştırmak lazım. Yoksa bütün kazandıklarımız senin boğazına gidecek. Hele şu kapıyı çal da anlayıp bakalım. Filiz kapıyı çaldı, bir müddet sonra bahçe kapısı açıldı, kapıyı açan 8-9 yaşlarındaki kız çocuğu, dev gibi Filiz Nurullahı görünce şaşırdı, konuşamadı. Devamı var