Galibiyetle gelen ağır yük

A -
A +

Ahmet, pek belli etmek istememesine, şakaya vurmasına rağmen yenilgiye bozulmuştu. Ali Raif de, galip gelmekten dolayı mahcuptu. Bu iki yarıştan sonra hep birlikte diğer iki yarış için köşkten ayrıldılar. Odun satılan yere geldiler. Ali Raif, 150 kiloluk çeki taşını zorlanmadan kaldırıp ileri fırlattı. Ahmet ise çok zorlanarak şöyle bir yerinden kıpırdatabildi. Durum üç sıfır olunca, nedendir bilinmez Ahmet'in neşesi yerine geldi. Gülerek Ali Raif'e sarıldı: -Te be Ali Raif. İsmin, acıyan manasında, ama sen bana acımadın. Son yarışmaya lüzum kalmadı. Ali Raif, Ahmet'in işi şakaya vurmasıyla rahatladı: -Kim demiş acımadım diye. Galip gelme ağır yükünü üzerine aldım. Dünyada galibiyetten, güçlü kuvvetli olmaktan, nimete sahip bulunmaktan daha ağır yük var mı? Ahmet, Ali Raif'in sadece kuvvetinin değil, akıl ve gönlünün de yakıcı olduğunu anladı. İbrahim pehlivan, Ali Raif'e döndü: -İskeleye kadar gelmişken, iskele memuru Nazif Efendi'ye bir şaka yapalım mı? Nazif Efendi'den bahsetmek, galibiyetten doğan mahcubiyetle sessizleşen Ali Raif'in neşesini yerine getirdi: -İyi olur be İbrahim ağabey. Birlikte, şakalaşarak, Ahmet'in ayıyla güreşinden bahsederek iskeleye geldiler. Nazif efendinin içerde meşgul olduğunu görünce Ali Raif, iskelenin demir parmaklıklarından ikisini yakaladı. Ahmet'in hayret dolu bakışları arasında birbirinden iyice ayırdı. İbrahim pehlivan seslendi: -Ali Raif, Nazif Efendi geliyor. Ali Raif, hemen iskele demirlerini inceliyor durumuna geçti. Nazif Efendi, selam verince başına kaldırdı: -Nazif amca. Yahu senin şu iskele demirlerinin düşmanı iyice azıttı. Baksana yine parmaklıkları eğmiş. Nazif amca eğrilen demirlere baktı. Üzülmüş gibiydi: -Ali Raif oğlum. İş yine sana düştü. Bir zahmet şunları düzelt de Devlet-i âli Osmaniyyeyi masraftan kurtar. Ali Raif, "Peki Nazif amca, emrin olur" diyerek hemen harekete geçti. Az önce büktüğü demir parmaklıkları düzeltti. Nazif amcaya da takılmadan edemedi: -Nazif amcacığım. Artık şirket-i hayriyyeden bana maaş bağlatsan iyi olur. Nazif amca, masum masum sordu: -Neden miş o? -Hafta da birkaç defa demir parmaklıklarını düzeltiyorum. Demirciye yaptırmaya çalışsanız kim bilir kaça mâl olur, -Ben seni karakola bildirirsem bu sana kaça mâl olurum hiç düşündün mü? Ali Raif, şaşırdı: -Karakol mu Nazif amca. Karakolda ne işim var? Nazif amca, Ali Raif'i kulağından tuttu: -Bre deli oğlan. Bu demirleri kimin büktüğünü bilmez miyim sanırsın? Osmanlı'nın memurunu hepten de aptal mı belledin? İskele memuru Nazif Efendi, Ali Raif'in neşesi bozulmasın, gönlü kırılmasın diye demir parmaklıkların eğmesine ses çıkarmamıştı. *** Dile kolay, İstanbul'a geleli tam 6 sene olmuş, sene 1894'ü bulmuştu. 1894'ün Ağustos ayında Kara Ahmet, Gelibolu yolundaydı. Altı sene içinde neler olmamıştı neler. Kara Ahmet, Sait Beşir ile kardeşten öte arkadaş olmuş, arkadaşlık halkasına idman ustası Ali Raif de katılmıştı. Ustası Hergeleci İbrahim, ilk iki yıl büyük ortada güreştirmiş, başaltında güreşmesine müsaade etmemişti. > DEVAMI VAR

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.